25 Ocak 2011

Toplumsal Sınıflar ve Oluşum Süreçleri

Birinci Bölüm
Şüphesiz toplum birbirinden oldukça farklı yapıları bir arada barındıran organik bir alandır. Hareketlilik toplumun en belirgin özelliklerinden birisidir. Düşünce, ekonomi, kültür ve sanat ile siyaset topluma hareketlilik kazandıran başlıca etmenlerdir. Zira her bir etmenin çevresinde kümelenen bireyler belli oranda kendi zayıflıklarını gidermek, diğer tarafta da benliklerine dair bir ispat ile bu kümelenmeye dâhil olurlar.
Toplumsal sınıfların belirgin bir şekilde ortaya çıkışı hemen hemen dünyanın her tarafında ve her devrinde gözükmüştür. Dış müdahaleleri bir tarafa bırakacak olursak toplumların zaman içinde yükselip çökmesinin arkasında da bu sınıf hareketleri yer almaktadır. Sınıflar arası çatışma, güç ilişkileri, iktidarı ve otoriteyi ele geçirme mücadeleleri toplumların istikbalini ortaya koymuştur.

Batı toplumlarındaki sınıf yapısı milattan önceden beri var olagelmiştir. Her dönemin kendine has belirgin sınıf yapısını oluşturan özellik, belli sınıflar arasındaki egemenlik mücadelesi idi. Bu yazıda Batı toplumlarındaki sınıfları ortaya koymada dönemin genel düşünce sistemlerinin toplumların yapılanmalarına ve şekillenmelerine olan etkisi de izah edilmeye çalışılacaktır.
Batı’da milattan önceki devirde putperestlik ve bunun yanında da kâhinlik anlayışı gelişmişti. Putperestlikte tapınılan putların birbirlerine olan üstünlük sembolizmi putlara tapanlar arasında da belirgin bir farklılaşmayı beraberinde getirmiştir. Ayrıca kâhinlerin toplumu ilgilendiren hayati konularda danışılan baş mihmandarlar olması kâhinlik kurumunu da yine toplum içinde ayrıcalıklı bir hale getirmiştir.
Yunan toplumu felsefe ile tanışınca daha sistemli bir düşünce geliştirmeye başladırlar. Eflatun, insanı tanımaya dair Grek felsefesinin zirvesinde “insanı düşünen ve konuşan bir hayvan” olarak belirterek “cumhuriyet” adlı yapıtında bu çıkışın temelinde yer alan genel düşüncesini de ortaya koymuştur. Böylece insan tanımlanmakta ve insandan yola çıkarak da dönemin toplumsal yapısı şekillendirilmekteydi.
Eflatun’un “konuşan ve düşünen hayvan” diye tanımladığı insan olgusunun arka planında aslında bireyden teşekkül bir anlamdan daha çok toplumu ifade etmeye meyilli bir anlayış yer almaktaydı. “Hayvan” nitelemesi insanın yaratılışından farklı olarak onun “içgüdülerini” belirtmeye yönelikti. Dahası içgüdüler akıl ve şuur ile kontrol edilemeyen bir kuvvettir insan için. Bu öyle bir kuvvettir ki insanı birçok eylemlerine doğru yönelten ve hareket ettirendir.
İçgüdülere karşı ise insanda bir de “akıl” unsuru yer almaktadır. Zira aklın varlığı tanımda geçen “konuşan ve düşünen” tabirine denk gelmektedir. Aklın insanda en belirgin görüntüsü harekete geçmede karar verirken ortaya çıkıp çıkmaması ile ilgilidir. Kimi halde akıl bir hüküm vermek isteyen insana yardımcı olurken bazen de içgüdülerin kuvvetine boyun eğerek insanın davranışlarında gözükmez. Dolayısıyla akıl davranışlar arasında bir “tercih” ortaya koyarak insanı seçeneklerden kendisine en uygun olanını tercih etmeye yöneltir. Fakat içgüdüler ise sadece doyurulmayı isteyerek insanı boyunduruk altına alarak aklı ile değil (insanın sosyal yönünü ihmal ederek) tamamen kişisel, egoist ve bencil bir davranışa sevk eder. Böylece içgüdüler insanın biyolojik varlığı ile psikolojik ihtiraslarını başkalarını düşünmemeksizin, her türlü ahlak ve dini yaptırıma karşı gelerek karşılamaya çalışır.
Eflatun burada şunu belirtir: “İnsan biri itici diğeri de yöneltici olmak üzere” iki güç/kuvvet tarafından hareket ettirilir. İtici güç içgüdülerle, yöneltici güç ise akıl ile ifade edilir. Bu iki kuvvet insanda bir arada yer alır ve sürekli olarak çatışma hali içinde olur. İnsan bu kuvvetler ile giriştiği mücadeleyi ömrü boyunca devam ettirtir.
Gelinen noktada ise Eflatun insanı felsefesinde üç bölüme ayırır: Aklın idealize edilmiş ve doğru ile iyi olandan yana oluş hikmet yönü, içgüdülerle ilgili olan ve daha çok insanın fiziksel varlığına denk düşen gazab-i yönü ve üçüncü olarak da yine içgüdülerle ilgili olup fakat daha çok biyolojik ve psikolojik ihtiyaçların ihtiras boyutuna geldiği şehvet yönü Eflatun’un insan hakkındaki temel bölümlemeleridir. 
Eflatun bu üç bölümü bir biri arasında denk bir dağıtıma tabi tutmaz. Zira aralarında bir üstünlük mertebesi oluşturur. Böylece insanın hikmet yönü en sütte yer alırken ikinci sırada gazabi yönü gelmektedir. Son olarak ise insanın şehvet yönü gelmekte ve insanın bu tarafı bir kişide baskın ve egemen olduğu takdirde insanların olması gereken ideal yapılarına göre en alt sınıfında yer alır.
Eflatun felsefesinin devamında şu görüşü savunur. Mademki toplumu oluşturanlar fer olarak insanlardır, öyleyse bireysel olarak insanın temel özellikleri toplumun da yapısına yansımaktadır. Bu bakımdan toplumların da üç temel sınıfı bulunmaktadır. Tıp ki bireylerde olduğu gibi bu sınıflar arasında bir egemenlik, üstünlük çatışması, mücadelesi yer almaktadır. İnsana dair ifade ettiği üç yapı topluma şu hallerde denk gelmektedir: Birincisi toplumun en üstü sınıfında yer alan (yer alması gereken) felsefeciler sınıfı, insanda hikmete karşılık gelmektedir. İkinci sırada ise toplumu dış etkenlerden koruyan ve toplumun gücünü ifade eden savaşçı sınıf yani insan yapısındaki gazabi yön gelir. Son olarak ise üçüncü kısımda toplumda hizmetçiler ile köleler gelir. Bunlar toplumun en alt kademesini oluştururlar. Yine bu sınıf da insanın şehvet yönüne karşılık gelmektedir.
Eflatun’un hikmeti yani felsefecileri (bilginler-bilgeler) toplumun en üst kısmında görmesi esasında bu sınıfta yer alanların topluma gerçek faydayı üretebilecek aydın kesimler olduğunu ortaya koymasındandır. Zira daha alt sınıftaki bireyler insanlık için ve insanın genel eğilimlerine yönelik olarak idealize edilmiş bir toplum için en doğru düşünceler ile kuralları şekillendirip tesis edebilecek olanlardır.
Grek felsefesinin ortaya koyduğu bu insan merkezli toplumsal sınıf yapısı daha sonraki yüzyıllar boyunca birbiri arasında değişik mücadelelerle sebep olmuştur. En nihayetinde bütün bu çatışmaların ortak amacı “rahat ve konforlu” olanı elde edip özgür, hür insanı şekillendirmek ve böylece toplum içinde sınıfların olmadığı bir yapı tesis edebilme gayretidir. Tüm bu hürriyet, özgürlük ve kardeşlik mücadeleleri milattan önceki devirlerden günümüze kadar değişik şekillere bürünüp devam etmiştir. Ama özünde hiç biri insana özgürlüğünü verememiş aksine daha da onu köleleştirmiştir.
Yunan döneminden başladığımız toplumsal sınıflar yazısına ikinci bölümde Greklerin Roma imparatorluğu ile karşılaşması ve onlara boyun eğmelerinden sonra aldığı yeni hal ile devam edeceğim.



Toplumsal Sınıflar ve Oluşum Süreçleri
Atina ve Roma Felsefelerinin Çatışması

Yunan felsefesinin ortaya koyduğu sınıf yapısı Roma İmparatorluğu ile yüzleştiğinde zorunlu olarak dönüşüme uğramıştır. Yunan toplum yapısı felsefeciler ile bilginlerin elinde şekillenirken diğer tarafta Roma’da işler tam da böyle değildi. Çünkü savaşçı bir toplum olan Romalılar bu özelliklerinden dolayı sürükle fetihler yolu ile imparatorluğu büyütmeye çalışırken bir yandan da toplumsal dinamizmini devam ettire çabası içindeydi.
Yunan toplumunda orta sınıfta yer alan “savaşçılar” aksine Roma toplumunda en üstte yer alarak toplumun imtiyazlı sınıfını oluşturmaktaydı. İmparatorluğun varlığını tam olarak savaşlar üzerine kurgulamış olan bir toplumun doğal olarak en imtiyazlı bireyler savaşçılar arasından çıkmaktadır. Fiziksel güçleri ve savaş anındaki kıvrak zekâları ile öne çıkanlar bu imtiyazlı sınıfın asıl yönetici kesimi içinde yer almaktaydı. Toplum içinde bu sınıfa kafa tutacak başka bir sınıf olmayacağından dolayı da en üstte yer almaktaydılar. Ya bir gurup veya topluluk kendini güçlü addedip yine savaş yoluyla bu sınıfa müdahale edecek ya da itaat edip bu sınıfın yönetimine tabi olacaktır.
Roma İmparatorluğu Yunan topraklarına geldiği zamanda ve onları imparatorluğun sınırları içine dâhil ettiklerinde iki farklı sınıf arasında belirgin bir çatışma ortaya çıktı. Bu hikmeti elinde bulunduran felsefeciler ile diğer tarafta imtiyazı ve gücü elinde bulunduran ve insanın gazabi yanına toplumsal ortamda denk düşen savaşçılar idi. Bu süreçten sonra Yunan toplumun yöneticileri yeni Roma sınırları içinde ikinci sınıfa düşmüşlerdi. Fakat diğer tarafta en alt sınıfta yer alan işçi ve köle sınıfı yine olduğu yerde kalmıştır.
Roma toplum yapısını şekillendiren bir diğer etmen ise akıl ile hareket edip edememe hususudur. Savaşçıların genel özelliği olan kuvvet şayet akıl ile kontrol altına alınırsa “cesaret”e dönüşmektedir. Fakat akıl kuvvete boyun eğerse bu defa da ortaya “öfke” çıkmaktadır. Cesaret ve öfke toplumun başta kendi içindeki iç ilişkiler yapısını şekillendirerek, fertlere yönelik adalet, özgürlük ve kardeşlik gibi tarih boyunca aranan evrensel değerlerin varlığına veya yokluğuna sebep olur.
Cesaret sadece savaş anında düşmanının üstüne hızla atılıp korkusuzca ölümle yüzleşmek demek değildir. Daha da geniş manda cesaret, toplumun ilk önce kendi içindeki farklı guruplar veya yapılar ile korkusuzca bir arada yaşayabilme enginliği ve derinliğidir. Farklı sınıflara egemen olan toplumsal sınıf şayet diğerlerine karşı hoşgörü ile yaklaşıp yukarda bahsettiğimiz adalet, eşitlik, kardeşlik gibi değer ve hakları onlar için de düzenleme ve uygulamaya yönelik hareket ederse o zaman oldukça cesur bir iktidar davranışı sergilemiş olur.
Roma toplumundaki durum ise aklın kuvvete boyun eğmesi neticesinde ortaya çıkan bir öfke durumundan başka bir şey değildi. Bu öfke toplumunun genel karakteristiği ise “daha çok kazanç, daha çok itibar ve ihtirasları artırıcı diğer tüm daha çoklar”dı.
Toplumun belli bir kesiminin ihtiraslarının sürekli artması ve bunu karşılamak için kendi içindeki alt sınıfları sömürmesi o toplumu giderek materyalist bir zihniyete dönüştürmektedir. Bu farklılaşma ise beraberinde Roma İmparatorluğunda materyalist bir aristokrat sınıfın ortaya çıkmasını getirdi. Böylece Yunan toplumunun ütopyacı hikmetli yöneticilerinin sonrasında Roma toplumunun materyalist savaşçı (gazabi) sınıfı oluşmuştur. Diğer tarafta ise aristokrasinin savaşçı sınıf arasından daha birinci yüzyıldan itibaren ortaya çıkmasının sebebi; İslam’da yer alan savaş ganimetlerinin eşit olarak dağıtımı ilkesinin bu toplumda yer almamasıdır. Savaşçı sınıf savaş ganimetlerine (mal, mülk ve kaynaklar) el koyarak kendi güçlü sınırlarını çizmişlerdir. Böylece toplumda, her yönden oldukça güçlü bir sınıf ortaya çıkmıştır: aristokratlar.
Bu durum Osmanlı Devletinin duraklama devrinde kendini benzer bir şekilde göstermiştir. Fakat buradaki ilginçlik kazanılan savaşlarda özel mülk olarak dağıtılmayan savaş ganimetleri, duraklama devrinden sonra askeri sınıfı oyalamak, sarayın işlerinden uzak tutmak ve iktidar ilişkilerine bulaştırmamak için dağıtılmaya başlanmıştır. Bu durum, bir taraftan gerileyen devletin yönetici kesimini (Osmanlı’da âlimler her zaman için üst sınıflarda yer almıştır, fakat onları burjuvazi olarak nitelemek doğru olmaz) zayıflatırken, askeri kesimi zenginleştirmiştir.
Tekrar Roma İmparatorluğuna dönecek olursak, öfke ve kontrol edilemeyen ihtisarlar ile yönetilen Roma, maddi olarak oldukça güçlü olmasına karşın, sınırlarının oldukça geniş bir coğrafyada yer almasına karşın kısa sürede bu gücünü kaybederek çöküşün önünü alamamıştır. Roma toplumunun üst sınıfında yer alan savaşçılar (aristokrat sınıf) gerek ekonomik ve gerekse hukuki manada yönettikleri toplum veya fertlere karşı adil olmadılar. Akıl ile yani hikmet ile güçlerini birleştirmenin yerine insanın en alt sınıfı/yönü olan şehvetleri ile güçlerini birleştirmeyi tercih ettiler. Bunun sonucu da kaçınılmaz olarak Roma İmparatorluğunun bölünerek birçok ulus kökenli daha küçük çaplı devletlerin, milletlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Fakat ilginç olan, ortaya çıkan bu daha küçük çaplı devletlerde yine Romanınkine benzer bir sınıf yapısı bulunmasıdır. En üstte soylular, ortada aydınlar ve yine en altta emekçiler yer almaktaydı. Dikkat edileceği üzere bu yeni devlet teşekküllerinde kölecilik kısmen daha daralmış durumdadır (En azından Batının kendi coğrafyasından olan bireyler için).
Yazımızın bundan sonraki kısmı Avrupa’da baş gösteren bu devletlerin içindeki sınıfsal mücadelelerin 1789 Fransız İhtilalına giden yolu hakkında olacaktır. Hürriyet, eşitlik, kardeşlik sloganlarının arka planında yer alan gelişmeleri ortaya koymaya çalışacağım.

Hiç yorum yok: