7 Ocak 2011

Siyasete Gençlik Aşısı

Malum, seçimler toplum içindeki her bir sosyal gurubun beklentilerinin üst düzeye çıktığı zamanlardır. Seçim sürecine aktif olarak katılarak seçilme eğiliminde olanlar belki de bu süreci en yoğun yaşayanlardır. Diğer tarafta ise seçime ve dolayısıyla seçime endeksli bir toplumsal yapıya karşı çıkanlar da yine seçim zamanlarında üstün bir çaba sarf edip, parti gözetmeksizin seçimlere olan muhalifliklerini her hangi bir tepki ile ortaya koymakla iştigal halinde olurlar. Biz yine de oy almanın ve oy vermenin heyecanı içinde olanlar üzerinden konumuza devam edelim.
Elbette seçimlerde aday olmanın bütün şarlarını kapsayan genel hükümler yoktur. Anayasal erkliğe erişmek ve vatandaşlık görevlerinden olan askerlik gibi (nedense erkekler için  şart olurken feminist yazarlar bu konuyu gündeme taşımazlar) belli başlı bazı yükümlülükleriniz tutuyorsa aday olabilirsiniz. Aday olmanız için illa bir siyasi partinin katı bir teşkilat mensubu olmanıza da gerek yoktur. Çok paranızın olması gerekmediği gibi belli bir tahsili de almış olma zorunluluğunuz yoktur. 25 yaşınızı geçip aklınız başınızda olsun derler, bu yeterlidir. Tabi 25 yaşını geçmek akli olarak olgunluğa ermek midir? Bunu biz karara bağlamayalım.

Şimdi gelelim aday niyetinde olanların adaylıkla ilgili kendileri haklarındaki kanaatlerine. Bir insan neden milletvekilliğine aday olur? Neden aday adaylığı sürecinden başlamak üzere adaylık süreci içinde de toplamda dört yıl boyunca milletvekilliği yapacağı süre boyunca (seçilirse tabi) alacağı milletvekilliğinden tüm yasal gelirlerinin en az on mislini seçim kampanyalarında harcar? Bu bir prestij meselesi midir? Milletvekili olmak kişinin toplumsal imajı ile kişisel arzularının tam da çakıştığı bir noktada mıdır? Çok para harca çok para kazanırsın ya da çok para harca ki meclise girdiğinde çok söz söyleme hakkın olsun gibi bir temayül mü var ortada? Şüphesiz bu soruların cevapları idealizm ile ihtiyaçlar ve beklentiler açısından farklı cevapları önümüze serecektir. Ayrıca kullanımlar ve bunlardan elde edilen doyumları da unutmamak gerekir. Kırmızı plakanın güvenli hava yastıkları ile uzun yola çıkmanın vereceği konfor elbette her bir insanın kısacık dünya hayatında ömründe bir kez tatmak isteyeceği bir ayrıcalık olsa gerek. Yoksa Boğaz’ın kıyısında bütün ömrü boyunca denize bakacak bir insan neden küçücük bir daireye bile Anadolu’nun muhtelif yerlerinden en az on tane daha alma imkânı olduğu halde parayı yatırır? Milletvekilliğinin de böyle maddi ve manevi hazları olsa gerek. Yoksa sekiz bin küsurluk maaşı ve ardından da süper emeklilik gibi imtiyazları için “ben vekil oldum” diyen çıkmadı henüz. Tabii bir de hizmet etmek isteyenler var onları da unutmayalım.
Şimdi gelelim 2011 seçimlerinde gençlerin 25 yaş haklarını kullanıp kullanmamalarına. Şüphesiz ki yirmi beş yaş imkânını Ak Parti gençlere sağladı. Hatta “çoluk çocuğu meclise alacaklar” eleştirilerinin üstüne üstüne gidilerek böyle bir kanun yürürlüğe konuldu. Şimdi sıra uygulamada. Peki, bu arada genç Ak Partililer ne yapıyor ve ne yapmaları gerekiyor?
Gazetelerde köşe yazarları 2011 yılı genel seçimleri için çoktan siyasi partilerin vekil adaylarını belirleme kriterlerine yönelik yazılar geliştirmeye başladılar. Ak Parti ile ilgili olanların hemen hemen hepsinin odağında 2011 yılı seçimlerinin Ak Parti için oldukça önemli bir seçim olduğu ve dolayısıyla da millet için de ciddi bir sınav olacağı üzerine vurgular işlenmekte. Bunun nedeni ise 2011 yılı seçimlerinin “yeni ve sivil anayasa” üzerine inşa edileceği görüşünün haklı payını kapsıyor. Sivil bir anayasayı üretmek, bunu meclisin ve bazı bürokrasinin muhalefetine karşı yürürlüğe koymak için AK Partinin 330 milletvekili sınırının altına düşmemesi gerekiyor. Bu bakımdan da partinin bu önemli viraja girerken sadık milletvekili arayışı içinde olacağı açık açık yazılıp çizilmektedir. Yani deniliyor ki, bu seçim hepsinden daha önemli, bu bakımdan da Erdoğan anayasa sürecinde kendi sözünden çıkmayacak sadık vekiller ile hareket etmek isteyecektir. Bu görüşlerin gençleri ilgilendiren tarafı da şöyledir. Siz henüz bu kadar ciddi bir meselede etkin roller alacak kadar ne bilgiye ne de iradeye sahipsiniz. Bir iki sembol isimlerle yetinmeniz geleceğiniz açısından daha sağlıklı olacaktır.
Bu yazıların arasında mürekkebin damlamadığı bazı ince mesajları da çıkarmak mümkündür. Yazarlar bir yandan 2011 seçiminin ne kadar büyük bir önem taşıdığını vurgularken diğer taraftan ise –sözde- aday adaylarına “sadık adaylar” öne çıkacaktır mesajını vermektedir. Yani “başbakan ile bire bir diyalogu olan başka kapı çalmasın” denilmektedir. Diğer taraftan da seçmene “bakın bu önemli bir seçim, başbakan da en sadık adayları  (siz bilmeseniz dahi) seçmiştir. Doğal olarak farklı adaylara sizler de meyilli olmayın, demektir.
Peki, ya gençler?
Benim genç siyasilere tavsiyem şu olabilir. Parti içi ilişkileri, siyasetin üst kademe tartışmalarını ve ülke gündemini bir an için olsun bir tarafı bırakın. Önce aynayı kendinize tutun ve dikkatlice kendinizi seyredin. Önce siz, kendiniz, kendi yüzünüze ve görünüşünüze bir alışın ki sonra sizi temsil edecek olan bu görüntünüz ile aday adaylığınız sürecinde önce partili kurmaylar ve ardından da seçmenler ile yüzleşeceksiniz. Dolayısıyla bu yüzleşmeye hazırlıklı olun. Peki, nedir bu aynaya bakmak ve hazırlıklı olmak?
Burada birçok erdem ve değeri sıralayıp, bunlara sahip olmalısınız yoksa işiniz zor diyecek değilim. Zira böyle bir haksızlığı gençlere (kendi kuşağıma) yapmak istemem. Çünkü söz konusu gençlik olunca nasihat eden bol olur ve nerde bir değer ve ahlaki erdem var ise bunların gençler tarafından yaşanılıp yaşatılması büyükler tarafından istenir. Aksi halde “size buradan bir pay yok” mesajı üstü açık olarak verilir. Tabi gençlere bu kadar erdem yüklemesi ve sorumluluğu yapıldıktan sonra aynı özellikleri ve erdemleri taşımayan büyüklerin siyaset sahnesinde yer aldıklarını gençler dile getirdiklerinde de “sizin bilmedikleriniz var” sözü ile jilet gibi yine -gençlerin önünün kesildiği şekilde- düşünceleri de engellenmektedir.
Gelelim genç siyasilere. Ben siyasette bir gencin kendinde taşıması gereken üç temel özelliği ayna vazifesi olarak aday adayı olan veya olmayı düşünen gençlerin önüne koyacağım. Bunlardan birincisi “ahlak”, ikincisi “marifet” ve sonuncusu da “cesarettir”. Şimdi bu kavramları biraz açıp genç siyasetçilerin bu üç temel kavram üzerinden nasıl bir siyasi kimlik çıkarmalı, üzerinde duralım.
Ahlak sadece bir huy veya mizaç meselesi değildir. Onun daha derin bir içyapısı vardır ve bu kişiyi onu nasıl olduğuna dair bizim tanımamıza, onun hakkında kanaatlerde bulunmamıza vesile olur. Ahlak kişinin iradesi ile olan ilişkilerinin bütününü kapsamaktadır. Dolayısıyla insandaki ahlak unsuru onun davranışlarının şekline ve davranışlarının niyetine etki eder. İrade kendini kontrol edip edememekle doğrudan alakalıdır.  Bu bakımdan adaletli olmak, zulmetmemek davranışın kifayetini ortaya koyarken bencillik taşımayan, salt kendi çıkarlarına odaklanmayan, diğerlerini de haklı görmeyi bilen niyetler de ahlakı kemale erdiren nitelikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi ise genç bir siyasetçinin siyasi kimliği içinde bu ahlaki yapıyı tesis etmesinin ne denli önemli olduğu sanırım anlaşılmış oldu. Bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için özellikle belirtmek isterim ki siyasi ahlak ile tekil olarak bireysel ahlak arasında fark olmamalıdır. Birey siyaset içinde ahlaki davranışlara dikkat ederken özel hayatında bu itinadan sakınmamalıdır. Aksi halde, kendini siyaset sahasında oldukça mahir gördüğü halde neden insanların kendisine itibar etmediğini bir türlü anlayamayan siyasetçi tipleriyle sıklıkla karşılaşıyoruz.
Tabi ahlakın üzerine inşa edilmesi gereken temeller bulunmaktadır. Bunlar aynı zamanda aklı başında herkesin peşinden koşması gereken unsurlardır. Diğer tarafta ise ahlakın üstünlüğünü temin etmek için öne çıkan erdemler ile birey mücadele etmeli ve bu erdemleri kontrol etmelidir. Bunlar, ilim, gazap, şehvet ve adalet unsurlarıdır. Gazap ve şehveti (şehvet esasında daha geniş manada ihtiras ve hırsları kapsayandır) kontrol altına alıp onların kişiyi boyundurukları altına almalarına izin vermeyenler, sağlam bir ahlaki temel atma eğilimindedirler. Ayrıca ilmin sahibi olmak ve adaleti bırakmamak, yani adaletle ilmini uygulamak ahlaki bakımdan bireyi yetkinliğe ulaşmaya sevk edecektir. Artık genç bir siyasetçinin, siyasetin her türlü cazibesi ve fenalıklarına karşı siyasi ahlakını nerede ve nasıl oturtacağını ifade etmiş oldum. Gerisi uygulamak isteyenler ile bundan sakınanları ilgilendirmektedir.
İkinci olarak marifet ilkesine değineceğim. Marifet esaslı bir hüneri ifade eder. Yetenek, kabiliyet ve kişisel olarak bireyi farklılaştırırken aynı zamanda da ayrıcalıklı hale getiren bir meziyettir. Marifetin temelinde akıl yer alır. Akıl ise özgür bir düşünce alanı ister. Buradaki özgürlükten kastım bir devletin veya ideolojinin zincirlerinden ziyade bireyin kişisel hırs ve ihtiraslarının ördüğü zindanlardır. Aklını kendi çıkarları için kullanma eğiliminde olanların hüneri yani marifeti sadece çıkarcılığa hizmet etmektedir. Bu bakımdan toplum içinde marifetli kişiler çok iyi yolsuzluk veya kurnazlık edip insanları aldatanlar değil hüner ve kabiliyetini diğer insanlar ile paylaşabilenlerdir. Teşkilatçılık noktasında ise marifet gençlik siyasetinde iyi bir ekip oluşturabilmekten geçmektedir. Bir ekip oluşturamayan veya ekibi gizliden gizliye kişisel çıkarları için sevk eden siyasiler makam amaçlarına ulaşsalar dahi milletin makamına erişme noktasında yetersiz kalacaklardır, kalmışlardır. Bu bakımdan genç aday adaylarına ilk tavsiyem niyetlerini birlikte yola çıktıkları arkadaşları ile paylaşmalarıdır. Zira yazının üst kısmında da değindiğim gibi 2011 seçimlerinde sadakat unsurunun aranacağını tüm köşe yazarları bütün partiler için yazmaktadır.
Dolayısıyla seçim sürecinde seçilme amaçlarını seçim bölgelerinden değil de başka kapılardan arayanların marifeti bu dönemde özellikle Ak Parti içinde hiç de önem taşımayacaktır. Siyasi tarihimizde aksi davranan çok isim vardı. Hatta milletvekili olmasına rağmen seçim bölgesinin nerede olduğunu dahi bilemeyecek kadar cumhuriyetin ilk yıllarında tek partili dönemlerde vekillerimiz oldu. Bunlardan birisi de beş dönem Gümüşhane ve Trabzon vekilliği yapan Halil Nihat Boztepe’dir. Sürekli Çırağan Sarayı’nda gözüken Boztepe’ye “neden bu kadar sık saraya gidiyorsunuz” diye sorulduğunda “seçim bölgemi ziyaret ediyorum” cevabını vererek bu tür siyasetçilerin gözlemlenen davranışlarını ve niyetlerini de ortaya koymuştur.  Bu bakımdan genç siyasetçiler siyasi istikballerini, özellikle seçim dönemlerinde, daha başlatmadan birilerinin eline mahkûm hale getirip kendilerine büyük zararlar vermemeye dikkat etmelidirler. İşte marifet hünerli bir bilgiyle ne yapması gerektiğini bilen ve bunu da aşikâr olarak ortaya koyabilmektedir. Gençlik siyasetinde marifet bir ekip olabilmede, arkadaşlık bağları ile menfaat gütmeden birbirine destek olmada ve masadan kalktıktan sonra başka ortamlardan çözüm ile menfi talep umamamaktır.
Son olarak cesaret gelmektedir. Cesaret elbette kör olmamalıdır. Yani delilik ile veya fevri hal ile hareket etme olmamalıdır. Hele cesaret sırf cesur olmak için, sahte kahramanlığa soyunmak da değildir. Cesaret ancak bilgi ile temellendirilebilir. Buna akıllı cesaret diyebiliriz. Akıllı cesaret sahibi olan özellikle gençler ahlaklarını, marifetlerini açık dille davranışa dökebilenlerdir. Cesaretin içsel bir tetikleyici unsuru olduğu kadar aynı zamanda sosyal ortamdan kaynaklanan ve yine bireyin sosyal ortamdaki konumuyla alakalı olan diğer bir ivmesi daha bulunmaktadır. Bu ikinci ivme siyasetçi için oldukça önemlidir. Yani kişi sadece siyasetin içinde değil aynı zamanda siyaset dışı yaşantısında da üretken olmalıdır. Bir siyasetçiyi değerlendirirken onun sadece belli bir parti kimliği altında veya üyeliği ile olan ilintili davranış ve söylemlerine bakmayız. Aynı zamanda özel yaşamına, toplumsal ortamlardaki geçimine de dikkat ederiz. Bu bakımdan genç siyasetçilerin en çok hataya düştükleri yerlerden biri daha ortaya çıkmaktadır. “Biz partiye her şeyimizi verdik ama karşılığını alamadık” söylemi ilk bakışta parti adına çok çalışmış ama karşılığında da dışlanmış birini tanımlamaktadır. Büyük ihtimalle de bu sözleri duyan üçüncü şahıslar partiyi adaletsiz davranmakla suçlayacaklardır (kimi hallerde bu bir gerçekliktir elbette). Yalnız burada ince bir nokta gözden kaçmamalıdır.
Özellikle muhafazakâr partilerin üyeleri “bir gönüllülük esasına” göre hareket ederler. “Ben şahsım adına hiç bir şey istemiyorum sadece partim ve onun temsil ettiği politikalar memlekette hâkim olsun” derler.  Ama ilginçtir bir yere adaylık söz konusu olduğunda da adaylığı veya konumu elde edemediklerinde kendisine haksızlık edildiğini dillendirirler. Zira gönüllüdürler ve bir karşılık ummazlar ama söz konusu makam ve mevki olunca da gönüllülükten geri kalamazlar. Daha ilk dakikada “gönüllüyüm” diyenlerin “bir karşılık ve menfaat gütmüyorum” diyenlerin ahlak kısmında bahsettiğimiz değerleri ihlal ettikleri ortaya çıkmaktadır (herkes için elbette geçerli değil). Dolayısıyla şunu unutmamak gerekir: Siyasete aktif olarak katılanların bilhassa gençlerin hedeflerini net bir şekilde ortaya koymaları gerekir. “Gönüllülük” bir hedef değildir. Ama gönüllü çalışılırken tespit edilen hedeflere varmak mümkündür. Bu ikisini birbirine karıştırmak bilinçli ise ihtiraslarını bile bile saklamaktır. Bilinçsiz ise siyasi partiler içinde mutlaka bu arıza tespit edilip aşılması gerekmektedir.
Dolayısıyla cesaret körü körüne öteki denilenin üstüne atlamak veya ona saldırmak değildir. Cesaretin ilk kuralı kendini bilmek, hedeflerini tayin etmek ve bu hedefler doğrultusunda adam akıllı ilerlemektir. Bu adım başarıldıktan sonra cesaretin ikinci adımı gelir: Siyasi rakipleri ile saha mücadelesine girip onları halkın gözü önünde yenmektir. Bunun da yolu yine bilgiden, bilginin etkin kullanımından ve bilginin tekelleştirilmemesinden geçmektedir.
Evet, genç siyasetçiler için biraz uzun olan bir yazıda ahlak, marifet ve cesareti izah etmeye çalıştım. Şüphesiz ki bu ilkeler ile direkt milletvekili veya belediye başkanı olunmaz. Başka birçok faktör daha işin içine girer. Belki bu formül kimseyi vekil yapmaz ama eminim ki aklı başında insan olmada bu erdemlere sahip olmak oldukça önemlidir.
İlk paragraflarda bahsettiğim, 2011 genel seçimlerinin sivil anayasa gündemiyle şekillenecek olması ve bunun doğurduğu sonuçlar da vekil seçilmenin kriterlerini belirleyeceği noktaya geri dönecek olursak şunu ifade edebilirim. Bu genel yargı ve ortam gençler için bir dez avantaj değildir. Aksine büyük bir fırsat teşkil etmektedir. Şu bir gerçek ki laylay lom bir ortam da bile seçime girilseydi meclise girecek olan 25 yaş sınırını aşkın ve genç sayılabilecek kişi sayısı hemen hemen bellidir. Ama fikirlerin yoğun olarak işlenmediği ortamlarda gençlerin gençliği temsil etmesi gibi bir durumdan da söz etmek geçerli olmaz. Şimdi gençler, 2011 seçimlerinde ülkemiz gündeminin daha yoğun olduğu bir dönemde, -sayılarının ne kadar olduğu önemli değil- meclise girdiklerinde gençliği temsil edip edemeyeceklerini düşünsünler. Şayet temsil edeceklerini düşünüyorlarsa bu temsilliğin vekillikten öte hangi alanlara yansıyacağını yani gençlik ile ilgili toplumun genelini kapsayıcı politikalarını ortaya koymaya hazır olsunlar. Zira böyle bir hazırlığı olmayanlar boşuna ortalık yerde kalabalık yapmasın. Aksi halde milletvekili aylığını bir geçim kapısı olarak tahayyül edenler bilsinler ki o maaş sizi mecliste ziyarete gelen arkadaşlarınıza ısmarlayacağınız çay parasını bile karşılamaz.


Hiç yorum yok: