6 Ocak 2011

Entelektüel Kişilikler

Toplumsal yapılar ister kabul etsin isterse reddetme telaşında olsun içlerinde genel yargıya başkaldıran aykırı tipleri barındırırlar. Aykırılık bir reddetmeden kaynaklanabileceği gibi aslında daha sıkı bir ilişki kurularak kati bir savunmayı da içeren ilginç bir haldir. Aykırı olmak bir bakıma bir köprünün nasıl yapılacağının tarifi ile değil de nasıl yapılmayacaklarını ifade eden; mevcut proje ile köprü yapılırken nerelerde ciddi sorunlar yaşanarak köprünün istenilen nitelikte olmayacağının imaları belirtilir ve nelerin yapılmaması gerektiği izah edilen bir tarzdadır. İşte bu bakış açısı çoğu kez genel kamuoyu tarafından “mevcut anlayışa ve yapıya karşı bir itaatsizlik” olarak algılanır. Yâda daha geniş bir bakış açısıyla; böyle algılandırılarak mevcut yapının içinde belli mevki ve sorumlulukları üstlenenler mevcut konumlarını daha zeki birilerine kaptırmamanın yollarını oluştururlar. Bu bir bakıma ön tedbir alma işlemidir.
Esasen tüm aykırı olanlar mevcut yapıyı daha da güçlü hale getirme telaşı içinde olanlar değildir elbet. Burada temel bir fark bulunmaktadır: aykırılık mevcut olan (her neyse) eleştirilirken toplumun genel değerlerinin yıkılarak yeni bir rotaya çevrilmesi ile mi ifade edilmekte yoksa toplumu ve milleti bir arada tutan en derin bağları yıpratmadan sadece gündemle ilişkin konularda, toplumun büyük oranı dahi rahat yaşarken küçük oranının sorunlarını dile getirmek midir? Aykırılığın bu iki temel yoldan hangisine girdiğine iyi karar vermek gerekmektedir.
Entelektüeller de bu aykırı olma halini yaşayan ve yaşatma eğiliminde olan kişilerdir. Yukarıda ifade edilen hangi yoldan giderlerse gitsinler onlar yine de entelektüel bir duruş sergilemektedirler. Bu yargı pek de hoş görünmemektedir. Zira bir kimse entelektüel duruşunu muhafaza için, bir devletin ikiye bölünmesine yönelik fikir üretiyorsa elbette o toplum için olsa olsa hain olur. Ama aynı kişi bölünen toplumun diğer yarısı için kahraman sıfatını taşıyan ve şiddetli bir şekilde o yapıya ait olandır.
Böyle bir durumda aykırı olmak aslında pek de entelektüel olmak ile eşdeğerlilik ifa etmez. Çünkü entelektüel evrensel değerleri savunmak uğruna bir nevi her yanlışa, devlet, kimlik, ulus, millet ve coğrafya katmanlarından tarafgirlik ile bakmayacağından modern bir sürgün halindedir. Entelektüel, kimsesizdir bir bakıma. Hiçbir yere ait değildir. Kendisi sadece doğrunun, evrensel olanın, hakkın, adaletin yanında olma eğiliminde olan bir kimsesizdir. Tabi entelektüelin bu kadar da ulvi değerler etrafında koşması ve bunu yaparken sadece kendi vicdanının sesini dinleyerek hareket etmesi hiç de kolay değildir. Belki de bu durum hiç de mümkün olmayacaktır. Ama her nasılsa entelektüel özgün ve özgür fikirlerini ifade etmekten kendini alıkoyamaz; bu fikirleri daha çok otoritenin ezdiği her türlü insani değerlerin savunulması uğrunadır. Aykırılık ise bu noktadan entelektüelden ayrılır. Çünkü aykırı kişilikler belli bir yeri yurt tutma eğilimi içinde olur ve kendini ait hissedeceği bir düşünce, bir fikir veya bir sistemi arar durular. Bu bakımdan entelektüel ikiye böldüğü bir devlet için bile hangisinin tarafından olaya yaklaşmış ise ertesi gün savunduğu otorite bir yanlış yaptığında ona da başkaldırma cüretini gösterir. İşte bu özelliği entelektüeli kimsesiz, yersiz ve yurtsuz yapar.
Entelektüellerin kimler olduğu, nerde yetiştikleri, hangi eğitimi aldıkları pek de önemli değildir. Onlar kültürün kalıcılığını, dinin buyurganlığını, devletin yozlaştırıcılığını ve ideolojilerin kısırlaştırıcılığını reddetme noktasında vicdanlarının sesini dinleyenlerdir. Elbette burada vicdan denilince, bu vicdanın nasıl ve hangi şartlarda ortaya çıktığının da altı çizilmelidir. Vicdan esasında hiçbir değerden bağımsız olarak kişide gelişmez. Doğal olarak vicdan bir yere aittir. Daha çok duygusal tepkiler ile ortaya çıkan vicdan acıma duygusu, ezilmişlik, kaybetmişlik, gibi hallerde ortaya çıkan gözyaşı ile doğrusal ilintili bir olgudur.
Gramsci’ye göre entelektüel olmak için özel bir çaba sarf etmeye gerek yoktur. Bütün insanlar entelektüeldir, diyor düşünür. Elbette herkesin kamusal alan içinde bir zihinsel temsiliyeti olduğu gibi bir de özel hayatı içinde kendine has bir üslubu vardır. Böylece düşünür herkesi belli bir entelektüel ortamına dâhil eder. Fakat yinede bu yapıyı ikiye ayırmaktan geri kalmaz. Öncelikle geleneksel entelektüelleri tanımlar. Toplumsal yapının içinde belli bir mesleği olan ve başta eğitim kurumları olmak üzere diğer kurumlarda yıllar yılı aynı işlevi yerine getirenlerdir gelenekseller. İkinci gurupta ise belli çıkarları elde etmek üzere daha farklı bir toplumsal düşünce modeli geliştirerek kendisini ve bağlı olduğu kurumu farklılaştıran entelektüellerdir. Julien Benda ise entelektüelleri daha seçkin bir konuma koyarak onları vicdanın yüksek sesi olarak ifade eder. Bunların sayısı da toplumlar içinde bir avuçtan fazla değildir.
Her ne anlayışta olursa olsun entelektüelin üstlenmesi gereken belli görevleri bulunmaktadır. Kimi halde entelektüel ortaya koyduğu düşünceleri yüzünden özellikle kitle iletişimin kendisine tanıdığı fırsatları değerlendirerek çok geniş bir kitleye ulaşabilmektedir. Bu da entelektüele karşı bir hayran kitlesini beraberinde getirmektedir. Hayranlık esasında çok bilene değil bildiğini söyleme fırsatına sahip olana atfedilir iletişim toplumunda. Zira hayranlar entelektüelin görüşlerini zaten kendi özel ve içinde yer aldıkları kamusal alanda belli ve dar bir kesime her gün ifade etmektedirler. Aynı düşünceleri paylaştığı halde bunu ifade etmekten kendini alıkoyan bir nevi silik kişiler ise asla hayranlık noktasına gelmezler. Çünkü onlar için bildiğini ifade etmek çok da önemli bir hal olmasa gerekir. Entelektüel de doğal olarak belli bir popülarite yakalayınca daha önceleri sürekli başvurduğu vicdanı onu belli bir noktadan sonra tersi istikamette sıkıştırır. Artık, popüler olmanın sağladığı bazı imkânlardan faydalanma hevesi entelektüelin içinde yer edinmiştir. Konfor entelektüelin bu bakımdan en büyük rakibi, belki de alt edemediği kaçınılmaz ecelidir.
Entelektüel kişilikler her zaman için evrensel iyi olanın tarafında olmazla elbet. Ne zaman ki milliyetçilik, dalkavukluk, mevki ve makam hasretleri, para ve konfor beklentisi, kısacası ihtiraslar işin içine girdiğinde entelektüel kişilikler daha çok dar bir çevrenin düşünce borazanlığını yapanlar olurlar. Bu bakımdan gerçek bir entelektüel kişilik her türlü baskıyı, sindirmeyi, muhalefeti göze alan olmalıdır. Benda’nın ifade etmeye çalıştığı entelektüel kişilik de tam da bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Sürekli sorunları tespit edip bunları dile getiren bir entelektüeldir ideal olan. Ama burada da felsefik bir sorun ile karşılaşmamız mümkündür. Sorunların hiç olmadığı bir toplumda entelektüel kişiliklerden bahsetmek mümkün olabilir mi? Ya da entelektüel nihai olarak tespit ettiği sorunlar, kıyımlar, savaşlar ve felaketler karşısında ezilenleri savunan, sesi çok da gür olmayan ama olması için var olan bir kimlikte midir? Şayet böyle bir öngörüyü kabul edecek olursak karşımıza yakın tarihten örnekler hemen çıkagelmektedir. Balkanlar’da 90’lı yıllarda cereyan eden soykırıma varan orantısız güç kullanımına karşı bazı Batılı aydınlar açıkçası ezilenlerin yanlarında oldukları belirten söylemler geliştirmişlerdir. Ama bu entelektüel karşı çıkmalar savaşın ne rengini, ne yönünü ne de gidişatını değiştirememiştir. Doğal olarak böyle bir entelektüel anlayış beraberinde farklı bir düşünceyi de getirmektedir. Acaba entelektüeller evrensel değerleri savunurken diğer tarafta ezilenlerin yüreğine bir nebze olsun su serpme işlemini mi görüyorlar? Onların her türlü eleştirilerine ve karşı çıkmalarına karşın otoriteler bildiklerini neden okumaktan çekinmiyorlar? Karşılıklı bir dövüş sanki entelektüel söylemlerin içinde de kendisine bir yer bulmuş gibi.
Entelektüelliğin yinede burada bittiğini söylemek erken olur. Başka bir yönde ise 1990’da Irak Kuveyt’i işgal ettiğinde Batılı ve ABD’li bir çok entelektüel bunun insan haklarına ne derecede aykırı bir hal olduğunu sürekli olarak ifade etmekten geri durmadılar. 1948 tarihli Birleşmiş Milletler “evrensel insan hakları beyannamesi” gereğince olayı gündemde tutup Irak için her türlü yaptırımın da dünya genelinde kamuoyunu oluşturdular. Evet, haklıydılar: böyle bir işgali insan vicdanı kabullenemez, kabullenmemeli de. Fakat aynı entelektüeller ABD’nin Panamayı işgali sırasında milliyetçilik duygularından ve dünyada BİZ varız anlayışından kendilerini soyutlayamadılar. Rusların Afganlılara yaptıklarına da ses çıkartamadılar. Fransızların Cezayirlilere ettiklerine de tek kelime edemediler. Zaten Noam Choamsky gibi düşünürleri de ya sindirdiler, ya da kale dahi almayarak seslerinin çıkmasına izin vermediler.
Entelektüel anlayış esasında evrensel değerlere şayet tarafı olduğu yapının işlevsel çıkarlarına denk geliyorsa sahip çıkma eğiliminden vazgeçmemektedir. Elbette bir entelektüelden bu kadar evrensel bir kimliği inşa etmesi ve sürekli olarak bunu yaşamasını beklemek ve bu yaşam tarzını ona giydirmek esasında çok da işlevsel olmayacaktır. Zaten entelektüel tanımlamaları entelektüel olmayanlardan daha çok ileri çıkmaktadır. Diğer tarafta ise entelektüeller kendi ve diğer entelektüel kişilikleri aykırı olarak tanımlamaktan çekinmemektedirler. Fakat onları aykırı bir duruş sergiletmemek için belki de entelektüel kimliği inşa edilip oraya göndermek, hapsetmek de entelektüelin zararının dokunacağı diğer gurupların güçlü bir silahsı olsa gerek. Bu durum tıp ki ülkemizdeki muhafazakârlar ile laiklerin uzun seneler birbirleri haklarında yaptıkları kimlik tanımlamalarının arka planında bir ötekileştirmeden çok, benim alanıma girme diyen, onu kendi güç alanından uzak tutma eğiliminde olan ve aslında çok da fazla diğerini egemenliği altına alma gayreti içinde olmayan bir anlayış etrafında birleşmelerini ortaya koymaktadır. Ne zaman ki tek düze yaşam alanları yeterli olmadı iki taraf da diğeri ile güncel ilişkiler kurmaya başladı. Bunun sonucunda da iki tarafın ilk dönemlerinde birbirlerine dair kullandıkları kışkırtma eğilimli ama kendi üyelerini o saflara kaptırmama amaçlı düşünceler şimdiler de öteki ile iletişim kurmaya teşvik edici boyuta varmıştır. Belki de bunun arkasında da entelektüel bir milliyetçilikten çıkıp entelektüel bir kuşatma yatmaktadır.


Hiç yorum yok: