23 Ekim 2010

Varlık Hikâyesi -1-

“Aşağı, daha aşağı” diye bağırdı ustabaşı inşaatın üstünden. “Hiç bir şeyi de kendi kafalarından yapamıyorlar, illa dürteceksin bunları”, dedi ve gazete kâğıdıyla örtülmüş harçlı tenekenin üstünde duran çay bardağını dudaklarına götürdü.
“Haklısın. N’apsınlar işte. Allah da onları bu halde yarattı”, dedi inşaatın mühendisi. “Ellerinden gelen de akıllarının yetebildiği de… Hepsi bu kadar”.
Mühendis çay bardağına uzanmakta o kadar da aceleci değildi. Elini uzatacağı an durdu, biraz düşündü. Bardak hiç de temiz görünmüyordu. “Bir bardağı dahi adamakıllı yıkayacak akıları yok ki bunların” diye söylendi kendi kendine.

- Öyle deme Mühendis Bey, Allah onları böyle yaratmadı. Böle olmayı onlar tercih etti.
- Hadi canım, az önce sen değil miydin onlara aklınızı kullanamıyorsunuz diyen, söylesene ustabaşı hangi olmayan akıllarıyla böyle bir tercihte bulundurlar?
Mühendis keskin bir bakışla elini sararmış bardağa götürüp sıcak bardağı belinden kaptığı gibi çayın ve nefesinin buharlarını birbirine karıştırarak şekersiz çayını yudumladı.
Henüz kaba inşaatı bitmiş olan binanın beşinci katındaydılar. Bazı teknik konuları konuşmak çin mühendis ustabaşını yanına çağırtmış bu esnada da binanın alt ve üst katlarında bazı uyumsuzlukları göstermişti. İnşaatta işi çıraklık olan ve henüz on yedi yaşında olan Mehmet de onlara sıcak çay yetiştirmek için beş kat koşa zıplaya çay yetiştirmişti. Çocukcağız öyle hızlı çıkmıştı ki merdivenleri bir iki defa çizmesine çiviler batmıştı. Ama şanslıydı ki bunlar sadece sıyrıktılar.
Daha çok değil iki hafta önce Mehmet’i bu inşaata “haydi sana da bir iş buldum” diyerek getiren köylüsü Ali, dış cephedeki kalasları sökerken düşüp iki ayağını kırmıştı. Ustabaşına Ali sormak için birkaç kez gittiğinde ise Mehmet’e sadece “Ali mi, ha, o çok iyi, merak etme sen, hadi bakalım işinin başına dön. İki aya kalmaz gelir Ali de” demişlerdi ustabaşı ile yanındakiler.
Mehmet çayları bırakıp tekrar aşağıya, işinin başına dönerken bunları hatırladı yine. İşte tam bu kattan, merdivenlerin cephesinden düşmüştü Ali. Biran uzanıp bakmak istedi Ali’nin düştüğü yere. Kafasını uzattı, elini sıvasız tuğlalara iyice yapıştırdı, bacaklarını sağlama aldı ve kafasını uzattı. “hah işte dedi, tam aşağısı, vay anam, başım döndü galiba”.
“Oğlum Mehmet, gebermek mi istiyon, defol ordan da gel yanıma hadim” diye kalfasını azarıyla biraz olsun toparlanıp, baş dönmesini erken atlattı.
-          Sen şimdi bunların doğuştan mı böyle olduklarını söylüyorsun Mühendis Bey?
-          Ya ne zannettin! Hiç aklı olan birisi tercih etme hakkı olduğunda böyle bir sefil hayatı tercih eder mi? Söyle bakim he, ustabaşım!
Ustabaşı Cemil’in kafası karışmış gibiydi. Mühendise söyleyecek bir şeyler düşündü ama aklına hiç bir şey gelmedi. Bayramdan bayrama gittiği caminin imamı bir şeyler demişti. Onları düşündü. Ama yok. “Çalışmıyor saksı” diye içlendi kendi kendine. “Memet, Memet”, diye seslendi, “Bize çay getir, soğutma bu defa”.
- Söyler misin Mühendis Bey, Allah neden bazılarını akılsız yaratır?
- Neden mi? Hah haa. Sen, ben bu soğukta hem çalışıp, hem fazla para kazanıp hem de sıcak çay içebilelim diye Cemil. Anlayacan torpillisin ha, hoşuna mı gitti bu dediklerim.
Ustabaşı Cemil daha önce hiç böyle düşünmemişti. Kırk beş yıllık ömründe defalarca torpil, adam kayırmak ve taraftarlık gibi şeyleri işitmişti ve de yaşamıştı ama aklına hiç Allah’ın da torpil yapacağı gelmemiştir. “Hâşâ” dedi kendi kendine. “Allah adildir” dememiş miydi daha geçen aylarda gittiği camide bayram namazını kıldıran imam!
- Olmaz öyle şey Mühendis Bey, sen okumuşsun amma buraya kadar okumamışsın. Hem sana okulda şu demirden, çimentodan ve başındaki kasktan başka ne öğrettiler ki?
- Anlaşılan senin kafan baya karıştı. Bak Cemil Abi, Allah herkesi eşit yaratsaydı senin de kafan benim kadar çalışırdı ve sen de okuyup mühendis olurdun değil mi? ama öyle değil. Kafan çalışsa bile babanın parası yoktu belki de ve okutamadı seni. Yani anlayacan herkesin bir eksiği var bu yaratılışta. Eşitlik yok!
Mehmet çoktan sıcak çayları getirmişti. İkinci, üçüncü ve son bardak da içildi. Ustabaşı Cemil’in kafası allak bullak olmuştu. Belki de çok ibadet eden biri değildi ama Allah’ın mutlak adaletine içten içe de inanırdı. Hatta güvenirdi buna. Bir gün derdi o küçükken anası, “bir gün herkes ölünce herkesin ettiği onu bulacak. Allah herkesi hesaba çekecek ettiklerinden dolayı. O yüzden akıllı ol Cemil”. Belki diye düşündü, anası da çok bilmiyordu bunların nasıl olacağını ve sadece kendisi yaramazlık etmesin diye ona anlattığı hikâyelerden birisiydi. Hepsi hayal ürünü de olabilirdi. Ama her nasıl olmuşsa işlemişti bir kere Cemil’in içine Allah’ın mutlak adaletli olduğu. Hem diye düşündü “Hem Allah da adaletli olmazsa çekilir mi bu dünya”?
Cemil, iki hafta kadar önce Ali’nin düştüğü yere beşinci kattan bakarken birden bir elin omzuna dokunmasıyla silkindi.
 – Ne o Cemil Abey, Allah a inancın sarsılınca intihar etmek hoş mu göründü sana?
– Benim inancım sarsılmadı, Mühendis Bey.
 – Hadi, söyle çocuklara toplansınlar saat beşi epey geçti. Bugünlük bu kadar. Yarın erken gelsinler. İyice tembihle. Her gün bir saat geç başlıyoruz. İşler gecikti. Yakında kar da yağar, o zaman eşek gibi çalıştırırım onları, donarak çalışırlar. Aldıkları parayı hastaneye yatırsalar iyileşemezler.
-  Tamam, mı Usta?
 – Tamam, Mühendis Bey.
Bu öyle bir tamam deyişti ki Cemil’in ağzından çıkan, adeta ben sana gösteririm der gibiydi. Sonra kalfalardan birini çağırıp mühendisin dediklerini söyledi ve ekibin daha erken iş başı yapmasını tembihledi. Çocuklar biraz moral bulsun diye de haftalıklarını iki gün evveli olmasına rağmen dağıttı. Haftalıkları iki gün evvel dağıtmanın içinde uyandırdığı merhamet ve şefkat ile elini yüzünü yıkadı ve mahalleye inmek için sisin ve karanlığın kesiştiği durakta, rüzgâra sırtını vererek minibüsü beklemeye başladı. “Gelmez ki lanet şey, ciğerlerim dondu”.
Minibüs sisin ve yeni kararan havanın içinden sarılı mavili ışıklarını yakmış adeta havayı yararak ilerliyordu. Derken Cemil dışarıdan bir ses işitti. “Allah u Ekber, Allah u Ekber”….
“Müsait bir yer de kaptan” dedi. Öyle gürlemişti ki adeta aracın içinde, diğer bütün yolcular dönüp kendisine bakmıştı. Kapı açıldı hızla kalabalığın içinden aşağıya atladı. “Ulan hayvan herif, kuru yerde duraydın ya” diye şoföre bağırmayı ihmal etmedi. İki ayağı da yol kenarındaki çukurda birikmiş suyun içinde idi. “Aptal, bunlar adam olmaz” dedi kendi kendine. Sonra mühendisin söyledikleri geldi aklına. “Allah bir aptal yaratsaydı ancak bu şoför gibi yaratırdı” diye düşündü. Ama “yok yok” dedi kendine. Bu böyle olmazdı. Sonra ıslak ve soğuk ayaklarına bir emir verdi ve hızlanarak caminin yolunu tuttu. Caminin imamına soracaktı bugün ki yaşadıklarını. Kafasının karıştığı her şeyi bir bir soracaktı. Hatta aklında tutamazsa yarın inşaata gelip mühendise imamın anlatmasını isteyecekti ondan.
Tam camiye girecekti ki abdesti olmadığını hatırladı. Ve şadırvana doğru yöneldi. Bu soğukta ceketi çıkartıp, kollarını sıyırıp, üstüne üstelik bir de çoraplarını çıkartarak bu abdesti nasıl alacaktı? Birden aklına “Allah kullarına acımıyor mu acaba” diye bir soru düştü. Tıp ki bazılarını aptal yarattığı gibi akıllı yarattıklarına da bu soğukta abdest mi aldırtıyordu?
Ustabaşı Cemil camiye girdiğinde cemaat da dağılmış cemi kapısından dışarıya çıkıyordu. Gözleri hocayı aradı ama kimsenin başında sarık yoktu. Bayram namazını aylar önce kıldıran imamı da nerden, nasıl hatırlayacaktı ki!
İçeri girdi ve biraz da ha dikkatlice baktı. İlerde mihrabın yanında birkaç kişi ayakta sessizce konuşuyordu. Onlara doğru yaklaştı ve yanlarına varınca konuşmalardan uzun boylu olanın imam olduğunu anladı. İki kişi imama bir şeyler soruyor imam da güler yüzle ve akıcı bir dille onlara cevaplar veriyordu. Cemil tam sohbetleri bittiği anda imama kafasındaki soruları anlatacaktı ki namaz kılmadığını hatırladı. Burada namaz kılınırdı. Üstelik bu soğukta abdest de almıştı. Hem abdest boşa gitmesin hem de bu kadar gelmişken bir iki sevap kazanırım düşüncesiyle namazını kılmak için saf tuttu.
Bir yandan namaz surelerini okurken bir yandan da kulağını kabartmış ve yanda ki seslerin orda olup olmadığını kontrol ediyordu. Bir ara imamın ve yanındakilerin selamlaştığını işitince olanca hızla bildiği sureleri okuyup acelece selamını verdi ve onları tam kapının önünde yakaladı.
- Hocam size bir şey sorabilir miyim?  
- Tabii ki buyurun. Ama gitmem gereken bir yer var isterseniz size de uygunsa hem yürüyelim hem de konuşalım.
- Olur hocam. Cemil nasılsa üşüttüm üşüteceğim kadar. Bari iyice donayım da aklım da kurtulsun canım da diye düşündü.
“Hocam Allah adaletli midir”? Diye sordu hemencecik konuya dalarak. Bu havada hal hatır muhabbeti yapacak bir sıcaklık bulamıyordu.
İmam, Cemile baktı ve “canını sıkan olay nedir önce onu anlatır mısın”? dedi.
“Ben” dedi Cemil, “Bildiğim kadarıyla Allah’ın adaletli olarak insanları yarattığını duydum. Ama bunca yıllık ömrümde eşit insanlar görmedim. İnsanlar eşit olamadığı gibi, haksızlığa uğradıkları gibi üstelik bir de içlerinde aklı olmayan aptallar var. Allah neden bu kadar farklı insanı yarattı. Herkes cennete girmeliyse neden cehennemi de yarattı. Herkese eşit akıl sermiş olsaydı neden bazıları cennet varken cehennemlik yaşar ki? Yoksa Allah insanların içinden bazılarını seçip de sonra onları başka bir iş için mi kullanacak”?
Devam Edecek….


Hiç yorum yok: