22 Ağustos 2010

Avrupa Ne Kadar Avrupalı?

Söz-merkezciliğin yani “en geçerli sözü söylemenin” batılı bir eylem olduğu varsayılmaktadır.“Söz” batıdan geliyorsa etkilidir anlayışı ile yayılmaya başlayan bu düşünce doğal olarak Avrupa kökenli geliştirilen her düşüncenin ve felsefenin diğer kültürler tarafından da kabul görmesinin gerekliliğini ortaya koymuştur. Özellikle Avrupalaşma yolundaki ülkeler için bu kabullenmişlik önemli bir hayat tarzıdır. Her ne kadar “çok kültürlülük” tanımı Avrupa insanı için medenileştirici bir söylem olsa da, yine de Batılı düşünürlerin, kendilerini tarihin köşesinde kalmışlıklarından kurtarmak ve maddi-manevi bütün evrensel değerlerin üretiminde odak noktada toplamak için geliştirdikleri bir argümandan öteye gidememektedir.
Bugün bizleri de günlük hayatımızda birçok notadan saran bir düşünce vardır. “Avrupalı gibi olmak”… Hukuktan siyasete, sanattan günlük yaşama, yasamadan yargıya, inançtan özgürlüğe ve hatta ibadete kadar Avrupalı gibi olmak anlayışıyla birçok alanı tartışmaktayız. Bu noktada iki temel farklılık vardır. Birincisi; Avrupalı olmayı evrensel değerler açısından değerlendirerek sadece insanlık ve gelişimi için algılayanlar. İkincisi ise Avrupalı algılayışında Avrupa’yı örnek alma modelleri ile kıyasıya kuşatılmış bir yaşam tarzını tercih edenler. Neredeyse bu konu ile ülkemizde yapılan tüm tartışmaların zıt kanatlarında bu iki temel görüş yer almaktadır. Aslında bizler bu iki görüşün hangi kanadında olursak olalım yine de incelenmesi gereken daha derin bir konuyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu durum “Avrupa” kavramıdır.

Avrupa gerçekte nedir, kimlerindir ve ne kadar kutsaldır ki günümüzün bütün değer yargılarıyla bu denli uğraşmakta ve yerliyi yerinden edebilmektedir? Kimi görüşlere göre Avrupa medeniyettir ve beyazlarındır. Bu onun diğer kıta ve kültürler ile öteki tüm değerler bakımından diğerlerinden ayrılması gereken bir kıtadır ve onlardan da üstündür. Bu düşünceyi analiz ettiğimizde ilginç bir sonuç ile karşılaşmaktayız. Bu argüman milli kimlikler üzerine geliştirilmiş bir argümandır ve daha çok Avrupa Milliyetçilini ırkçılığı desteklemektedir. Ama diğer taraftan da küreselleşmeyi reddetmektedir ve dolayısıyla da Avrupa’nın geliştirdiği diğer bir diğer argüman olan “küreselleşmeyle” ters düşmektedir. Böylece Avrupa “evrensel” değerler üretmeye çalışırken diğer taraftan da evrenselliği yok etmenin de hayreti içindedir.

J.N. Pieterse’nin de belirttiği gibi “günümüz tarih perspektifi büyük ölçüde 19. yüzyılda geliştirilmiş, dönemin siyasal ve ekonomik gelişmelerinin birer ürünü olmaktan da öteye gidememiştir”. Bu dönem yani son 150 yıllık süreç arkeoloji, sanat tarihi, filoloji, sosyoloji, psikoloji ve antropoloji gibi disiplinlerin gelişmesiyle birlikte aynı zamanda “Avrupa narsisizminin ve emperyalizmin” de gelişme dönemidir. Dönemin en ilginç gelişme gösteren alanı ise “tarih yazmacılığının” Avrupa’nın eline geçmesi ve böylece bütün bir insanlık tarihinin materyalist bir anlayış yapısı içinde yeniden inşa edilmesi idi. Bu materyalist anlayış aslında Avrupa merkeziyetçiliği ile Avrupa Kimliğinin tüm dünyaya pazarlanmasından başka bir şey değildir.

Şimdi de farklılıkları paylaşıma açma projesi olan “çok-kültürlülük” adı altında, Avrupa’yı nasıl değerlendirmemiz gerektiğine geçmeden önce kısaca Avrupa’yı Avrupa yapan, ya da yaptığı varsayılan değer yargılarına bir göz atalım. Bu değerler “evrensel” olarak karşımıza çıkartılmaktadır. Bu evrensel değer yargıları; hümanizm, özgürlük, sermaye edinme hakkı ve sermayenin dolaşımı, yaşama ve düşünme hakkı ile demokrasi ve insan haklarıdır. Bu değerler Avrupa tarafından bütün dünyaya ilan edilen ve pazarlanan kalıplardır. Cevabı beklenen en önemli soru bu noktada “Bütün bu değerleri dünyaya yayma eylemi içinde olan ve bu değerlerin geçmediği noktalara gerektiğinde askeri müdahaleye kadar varan sıcak temasları olan Batı, gerçekte bu değerleri taşımakta mıdır?” Elbette ki sorunun cevabı açıkça ortadadır. Ama net bir cevap vermeden önce, Batı’nın neden bu oyunu oynadığını iyice analiz etmemiz gerekmektedir. Böylece oyunun neden ve nasıl oynandığını daha rahat anlayabiliriz.

Bu yazı dizimizin devamında konuya ilk etapta “tarih yazmacılığından” başlayacağız. Çünkü değiştirilen tarih ve yok edilen “zihinsel çağlar” sayesinde Batı bu oyununu daha rahat oynayabilmektedir. Tarih yazmacılığı adlı bölümü önümüzdeki yazıda daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Şimdilik söyleyebileceğimiz son söz; Avrupa, Avrupalı olmayanlarındır.



Hiç yorum yok: