27 Aralık 2010

Sınırları Aşan İnsanlar...

Birgün oturduğumuz koltuklarımızdan dışarıyı seyrettiğimiz penceremizin bizim için ne ifade
ettiğini düşünerek, elimize aldığımız çay bardağını fırlatıp cama,
tüm çerçeveyi bir hamlede kıramamışlığımıza üzülerek,
"manzaranın içinde yaşamak varken,
manzarayı seyretmenin ölüm gibi soğuk ve bir o kadar da
renksiz olduğunu düşünüp",
sıcak koltuğumuzdan kalkıp,
oturmaktan yürümeyi unutmuş ayak tabanlarımızın ince sızılarını,
cam kırıkları üzerinde gezmek gibi algılayıp
manzaranın içine girmek için  önce başımızı ardından da
tüm vücudumuzu dört duvardan dışarı taşıyacağız.
İşte o gün
zihinlerimizde hapsettiğimiz
tarihsel bütünlüğümüz yeniden
dünyayı
kucaklayacaktır.
H.SARI
 

Sınırları Aşan İnsanlar... 

Değil midir hep kitaplarda yazılı olan, okudukça ezberde kalıp, bizi ayrıcalıklı kılan;
Türkiye’nin stratejik ve coğrafi konumu; bir de bin yıllık kültürel derinliği.
Bilir miydin ki tarihi oluşturan sınırların değil haritalarda, zihinlerde çizildiğini?
İlla medeniyet diye tutturanlara değil miydi ki bu toprakların ilaç diye hoşgörü sunduğu.
Bilir miydin ki gün gelecek nallarının geçtiği topraklarda adalet zindanlara gömülecek;
İnsanlar yetim, topraklar çorak, sınırlar elbisesiz, toplumlar mahkûm; zihinler suçlu sayılacak.
Bilir miydin ki bin yıllık kardeşlerin duacıyken sana, sen büküp boynunu, tarihine yabancı,
Keyfine dalıp modernizmin; sırtını çevirerek doğunun güneşine güya aklın ile erişecektin batının felsefesine

Yeter deyip içine kapanmışlığın, çıkar bir yol ararken Anadolu’dan yeniden şaha kalkmak için,
Üç tarafın deniz, dört tarafın düşman ile çevriliyken, bir yolunu bulup çıkmalıydın bu kör mahzenden,
Onun için kriz odaklı dışarıya bakışların bırakmalıydı yerini vizyon odaklı dış ilişkiler geliştirmeye.
Böylece varabilirdin elbet bölgende güçlü, dünyada itibarlı, tarihinde şanlı bir millet emeline,
Kırıp içine kapanmışlığın zincirini aklından yeniden düşmeliydin yollara medeniyetinin diyarından.
Bilir miydin sana lazım olanın seyir halinde iken bu seyyah dünyada dış politika olduğunu,
Arama uzaklarda; diplomatik, ekonomik ve kültürel ince bir gücü üretmektedir marifetin son noktada,
Böyle olunca ilkeli, dengeli bir o kadar da insana insan olduğundan adaletli. İşte budur senin gücün!
Bilir miydin ki başlamalı işe önce komşularından; kaldırmalı lüzumsuz husumeti aradan,
Silip, sebepsiz dört tarafın düşman dolu izdüşümlerini aklından, bağları üretmeli varlıktan,
Sınırları siyasi haritalara bırakıp, başlanmalı işe kültürel ve ekonomik açılardan,
Dur! Burası önemli: Şimdi iyi dinle ki sorumluluğun artmakta, zira sana lazım olan bu dost ortamda,
Dört dil, bir kişilik, sağlam bir yürek. Hepsi budur ancak ihmale gelmez ahlak.

Bilir miydin ki kaldırıp kafanı ayakucundan, açıp gözlerini bakarak ufkun eteklerine,
Kim demiş uzaktır diye, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Orta Asya, Akdeniz, Hazar, Basra, Afrika…
Bir dost eli uzatınca dünyaya yırtılır kefenler, gün gibi doğar bin İstanbul dünyaya,
Bilir miydin ki insan her yerde insan, yeter ki kadrini bilmeli insan. Haydi, öyleyse davran!
Görmedin mi ki kapandıkça içine daraldın, bin türlü buhranlarla bunaldın, yaralandın,
Öyleyse açılmalısın yeniden dünyaya; yelkenlerin ciğerlerinle dolmalı, estikçe rüzgâr genişlemelisin,
Avucunun içine alıp şu küreyi, güçlü kılmalısın bölgende, dünyada herkes için adaleti.

Bilir miydin ki medeniyet havzasına toplanan sular sadece taşıdıkları ile var olmazlar,
Yeniden insana kattıkları ile zamanı aşıp sürekli var olurlar: Çaresizlik içindekilere can katarlar.
Bilimin, âlimin, sanatın her ne varsa insanlığında insana ait olanın önüne koyarlar.
Bilir miydin ki bunca ilmi üretmiş toprakların nesline yakışmaz düşünmek küçük ve dahi günlük.
Dev ile cüce arasındaki fark tarihin içinde attığın adımlarla belli olunur: Yürü, durma sen de artık!
Bilir miydin ki hürriyeti, özgürlükleri ve de sınırları fethederken sözde insanlık,
Sen millet olarak gönüllerde fethe çıktın; kalemi kılıca, sözü kurşuna tercih ederek.
Sevgiden başka ne varsa def edip yanından, bütüncül dış politika anlayışına sarılıp kucaktan,
Barış, istikrar, refah, huzur, anlayış, diyalog, kazan ve kazan diye açtın yolunu ufuktan.
Toplar, mermiler yağıp, gülleler gürlerken gökyüzünden sağanak sağanak çaresizlerin üstüne,
“Bize ne” diyemezdin elbet sırtımız güneşte, bigâne kalmamak için zalimin ettiğine,
Çözüm aramak gerekti Suriye’nin, Yunan’ın, Romanya’nın, Gürcistan’ın, Filistin’in hep gözyaşına,
Karabağ ağlarken gözlerinden kan, gülmek, sevinmek yakışmazdı bize; kendi bencilliğimizle.
Ortadoğu’da bir rüzgâr çıksa, Balkanlar’da üşütüp öksürse bir çocuk, Kafkasya’da hastalansa analar,
Kaderimizi bir bilip ayrılamazdık elbet geçmişimizden, geleceğimizden ve dahi kendimizden.

Bilir miydin ki kapıları birbirine açılan camilerin, havraların ve kiliselerin Anadolu’da var olduğunu,
İşte bu gerçekten yola çıkıp tüm dünyaya hoşgörü kültürünü yeniden aşılayarak koyuldun yola,
Belde-i “tayyipten” rayihalar yayılmakta, mis gibi kokmakta soğuk geceler,
“Gülistanda” yüzler gülmekte, umudun ve huzurun koynunda,
“Davudi” bir ses susturmakta vahşetin hırıltısını.
“Gel her ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana, Anadolu’dan  dünyayı yeniden kucaklamakta.

Hasan SARI
23.12.2010

Hiç yorum yok: