12 Aralık 2010

Siyasi Kimlikler: Farklılıkları ve Çatışmaları

Kimliğin en önemli özelliği aidiyet hissini insana kazandırmasıdır. Kişi sahip olmak istediği bir kimliğe onun özelliklerini ne kadar içselleştirirse o derecede bağlanır. Fakat bunun yanında kimliğin de bireye karşı bazı ödevleri vardır. Mesela onu farklılaştırmak, ayrıcalıklı kılmak, üstünleştirmek, güvenilir kılmak, arzulanan olmak, mutlu etmek, beslemek, kar ettirmek… Buna benzer özellikleri de kimliğin insana sunması gerekir.
Siyasal kimliklerde de buna benzer bir husus vardır. Bir siyasal kimlik onu tercih eden insanlara önce topluca sonra da bireysel olarak yukarıdaki tüm ödevlerini yerine getirme anlayışına sahip olmalıdır. Aksi halde değerini yitirmeye başlar.
Bu bakımdan “siyasal kimlik mi insana değer katar yoksa insan mı siyasal kimliğe değer katar” tartışması tavuk yumurta ilişkisine dönüşebilir. Ama şu bir gerçektir ki hangi siyasi parti olursa olsun üyeleri arasında yukarıdaki ilişki bariz bir şekilde mevcuttur. Bir tarafta tüm “özellik ve değerleri ile inanılan siyasal oluşuma ve harekete katkı sağlama çabası içinde olanlar” yer alırken diğer tarafta “kendi varlıklarını siyasetin de üstünde görenler” yer almaktadır.

Birinci guruptakiler yani siyasal oluşuma katkı sağlamak isteyenler “her neye sahip iseler” onu siyasal ortak amacın gerçekleşmesi için ortaya koyanlardır. Bu kişiler partilerine yani siyasal kimliklerine “gönülden” bağlılıklarını ispatlamak adına doğuştan gönüllüdürler. Siyasal yapının iktidar ilişkileri içinde konumu ve geldiği yer ne olursa olsun onlar daima bu kimliği geliştirmek ve yaşatmak arzusunu taşırlar. İdealisttirler bir bakıma ama bu onların siyasal kimlikten hiçbir beklenti içinde olmadıkları anlamına gelmez.
Onların da elbet haklı beklentileri vardır. Fakat bu haklı beklentilerini bireysel bir arzu veya ihtiras olarak yansıtmamayı tercih ederler. Zira ihtiraslar ve bencillikler siyasal ahlak ile çelişmektedir.  Bu bakımdan belli oranda isteklerini uygun şartlar gelişinceye kadar saklı tutarlar. (Bu saklı tutma işlemi elbette başka bir siyasal ahlak tartışmasını başlatabilir, şimdilik oraya girmeyelim).
Gönüllüler bir siyasi makama gelmek istediklerinde bunu hak etmek isterler. Çok çalışmış olmak, partiye çok üye ve oy kazandırmak hatta ekonomik destek olmak bunlardan bazılarıdır. Böylece siyasal kimlik “gel kardeşim, sen bu makamı hak ettin” diyecektir onlara. En azından gönülülüklerinin karşılığını bu noktadan elde etmek isterler.
Diğer tarafta ise siyasette olmalarının zaten siyasal kimliğe verilecek en büyük lütuf olduğunu varsayanlar bulunmaktadır. Bunlar köylüyü milletin efendisi derecesine getiren bir zihni yapı içindedirler. Yani vatandaştan yanadırlar. Her ne yapıyorlarsa halk için, millet için yapıyorlardır. Gelişmenin önünde onlar vardır.
Fakat efendilik köylü için “hâkim” olan “sahip” olan anlamını içermemektedir. Zira köylüye efendi diyenler lüks evlerinin bahçe işlerini yaptırdıkları veya evin temel işlerini vazifelendirdikleri kişilere de “Mehmet Efendi” demektedirler. “Köylü Mehmet Efendi”.
Efendilik vatandaş için bir mevki veya sınıf anlamına gelmemektedir. Aslında efendi sözü onlara elit kesimlerce söylenen ve bahşiş mahiyetinde ödüllendirmeyi içeren; “ben seni efendilik ile taltif ediyorum fakat bir efendi sıfatını sana verebilen elbette efendiden de üstün bir kişiliktir” söylemiyle desteklenmektedir.
Şimdi bu kişiler siyasal kimliğe verecekleri en önemli şeyin zaten kendilerinin o siyasal yapı içinde olmasını varsayarlar. “Biz olmasaydık siz siyaset yapacak ortam ve zemini dahi bulamazdınız” anlayışı esasında devletin kuruluşuna dair ne kadar değer var ise onları içine almaktadır. Biz demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, liberal veya muhafazakârız, biz bu sistemde her şeyiz.
Bu ikinci türde olan haklılar ahalisi siyasete vermeye değil oradan almaya gelenlerdir. Doğal olarak da bunun neden böyle olduğunu yukarıdaki efendi-elit ilişkisi içinde kısaca belirttim.
Şimdi bir siyasi parti veya kimliğinin içinde bu iki faklı kimlik algısını taşıyanların nasıl bir arada yaşadığı sorusuna gelirsek daha ilginç bir durum ortaya çıkacaktır. Normal şartlar altında bakıldığında siyaseti farklı bir teori ile inşa eden bu iki gurubun farklı siyasal kimlikler etrafında birbirine rakip olması gerekmektedir. Fakat çoğu kez bunlar aynı kimlik etrafında, aynı masa etrafında, birbirlerini çok da sevmeseler dahi ortak amaçları etrafında bir araya gelebilmektedirler.
İlginç olan “ortak amaçlar” ibaresindedir. Aslında amaçları farklıdır bu kişilerin. Birisi siyaset yoluyla bir şeyi elde etmek isterken bunu inandığı siyasal kimlik tarafından belli başarıyı elde ettikten sonra elde etmeyi tercih ederken diğer ise elde etmek istediğini ortaya çok da fazla emek veya çalışma koymadan elde etmeyi tercih etmektedir. Sonuçta yöntem ve teknikler farklı olsa da bu kişilikler ortak çatı altında, aynı masa etrafında yollarına devam ederler.
Peki, hiç mi çatışma olmaz? Elbette olur. Hem de çatışmalar iki tarafında istediği bir istek üzerinden olmaz. Yani iki farklı yapıdaki kişinin milletvekili olmayı istediğini düşünecek olursak birinci yoldan ilerleyen çok çalışacaktır. Toplantılar, tanıtımlar, konuşmalar… İkinci yapıda olan ise kapı gezmeyecek, toplantılar yapmayacak, çok da fazla konuşmayacaktır. O daha çok kulis yapacak, işlem hacmi ile orantılı ilişkiler geliştirecektir. Sonuçta hangisi kendi yolunu tercih ederek vekilliği alırsa alsın aralarında çok da fazla nefsi ve gururun okşamaları dışında problem çıkmayacaktır. Yine belli oranda birbirleri ile çalışmaya devam edeceklerdir.
Fakat ne zaman ki içlerinden bir tanesi diğerinin yöntem ve tekniği ile amacına ulaşmak isterse o zaman siyasal kimlik içinde çatırdamalar meydana gelecektir.
Bu sorunun ortaya çıkışı ilginçtir. Burada maksat amacı elde edip edememekle değil daha çok yöntem ve tekniği ötekine kaptırmamaktır. Çünkü yöntem ve teknik aynı zamanda içinde bireyin siyasal kimliğinin dışında diğer tüm kimliğini de içeren geniş bir yelpaze gibidir.
Yöntem ve tekniğin içinde sosyal yapı, inanç, ekonomik gelir ve gelişmişlik, tüketim anlayışı ve kültürü, coğrafi konumlanma ve psikolojik algılar gibi birçok unsur yer almaktadır. Bu bakımdan kendi yöntem ve tekniğini ötekine kaptıran sadece vekilliği değil aynı zamanda öz yaşam alanını kaptırmış olmaktadır. Mahalle baskısı diye buna diyorlar.
İşte bu yüzden ülkemizde siyasi yapılar ya uzun vadeli ayakta durabilmeyi başarmakta yâda en ufak rüzgârda yerle bir olmaktadır. Marifet kendini muhafaza etmekten çok değerlerini ötekine kaptırmamaktadır.

Hiç yorum yok: