6 Aralık 2010

Duygusal İletişim: Evlilik Öncesi İlişkiler

Bu yazıyı muhafazakâr insanlar için yazdım. Bir medeniyetin temsilcilerine, doğu ile batı arasında kendine yer arayanlara, ahlak ile edep söz konusu olduğunda en keskin kelimeleri silah edinenlere yani benim de içinde bulunduğum sosyal tabakaya yazdım.
Esasında duygusal iletişim, insanın varlık bilinci içinde yer alan ve insanlığını keşif için çevresine doğru olan hislerinin yoğunlaşmış şeklini ihtiva eder. Böylece yağmura gebe bulut gibi insan da ağlayacağı sağlam bir dağ yamacı arar kendine. Burada dağ güvenilir olmalıdır. Aksi halde bereketsiz topraklara yağan yağmur gibi gözyaşlarının da ziyan olması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla hiç kimseye “neden seviyorsun?” sorusunu yönelterek ona bir baskı uygulamak harcımız değildir. Zaten sevgisini konuşmak ve sorgulamak isteyenler her gün etrafımızda  “bir konu açılsa da insanlar sevdiğimden konuşsa” diye pır pır dönmektedirler.
Evet, bir konu açılsa da sevdiklerinizden konuşsak… Şimdi konuyu açtık, konuşalım.

Duygusal iletişimde yer alan yoğun sevgi birikimi insanı çoğu zaman mantıksal çerçeveden düşünmenin dışına itmektedir. Bunu ergenlik çağından ölünceye kadar her tip ve karakterdeki insan üzerinde görmek mümkündür. Bu akıldışlılık kültürlerde de, ideolojilerde de ve hatta dinsel farklılıklarda da kendini gösterir. Öyleyse bu durum tamamen bir insani özellik, yani zayıflıktır. “Ölürüm sana, sensiz yaşayamam, sen gittin ben bittim” gibi ifadelerle insan aslında bu akıldışlılığı yanı kendi yaşantısıyla olan çelişkisini ortaya koymaktadır.
İnsan bir kere aklını kullanım dışı bıraktığında o zaman içindeki ahlaki boyutu da kendisine hatırlatacak denetim mekanizmasını esir olduğu ihtiraslarına ve heveslerine terk edecektir. Böylece evlilik öncesi ilişkilerde cinsel yakınlaşmaları hem dini açıdan hem ahlaki açıdan doğru bulmayan muhafazakâr kesimin kız ve erkekleri söz konusu durum kendi özelleri olunca bir savunma stratejisi geliştirecektir. Böylece dokunmalar, sarılmalar, öpüşmeler “rahatsız edici” edep ve ahlak süzgeçlerinden geçirilmeden aklanacaktır.
Bu aklama işlemi “nasılsa evleneceğiz” anlayışıyla kendini şekillendirmektedir. “Değmeyecekse gözüme bir çift yabancı göz, sarılmayacaksa belime başkası, yaşayamayacaksam zaten ben sensiz üstelik bir de nasılsa evleneceksek nesi var ki bu yaptıklarımızın. Öyleyse sen benim helalimsin”.
Bu, muhafazakâr deyimle helalleştirme, bilimsel ifadeyle içsel çelişkiden kurtulma, sokak deyimiyle de kılıf uydurma eylemi aslında sadece bu terimlerle de açıklanamaz.
Modern aile, modern insan görüntüsü altında gerçekleşen ve bir toplumun belli bir kesimini oluşturan muhafazakâr insanların sözde modernlik uğruna neleri feda ettiklerini acaba gelecek nesillere nasıl izah edebileceklerdir?
Kız ve çocuklar hele bir de ailelerine sevgililerini tanıştırdıklarında artık nikâh kıyılmış kadar işler yoluna girmektedir. Haram helale, gayri ahlaki olan namusa ve yasak olan da meşru’a dönüşüyor bu yolla.
Peki, “nasılsa evleneceğiz, ne var ki” anlayışı nasıl bir akli savunmadır? Şöyle ki,  insan nasılsa ölecektir. Ama kimse nasılsa öleceğim diye bütün mal varlığını ve servetini daha hayatta sağlıklı iken sevdiklerine, çevresindekilere dağıtmaktadır? “Nasılsa öleceğim arabam amcaoğlunun, nasılsa öleceğim evim dayımın, nasılsa öleceğim ayakkabılarım onun, mendilim bunun, saatim şunun” olsun diyen bir insan var mı etrafımızda? Kaldı ki insan öleceğini hissettiğinde kendisinden sonrasını dahi kontrol etmek için bir vasiyetname ile kendi yokluğunda bile malvarlığını güvence ve denetim altına almanın tasasını taşımaktadır.
Peki, namus neden nasılsa evleneceğiz diyerek ayaklar altına alınmaktadır? Ya da duyusal iletişime giren muhafazakâr erkek ve kızlar evlendiklerinde “nasıl olsa evlenince aramızda bir mahremiyet kalmayacak” inancında mıdırlar? “Aile mahremiyetini” önce eşler arasında oluşturamayan insanların ne tür sorunlar ile boşanma eşiğine gelebileceğinden haberleri yok galiba!
Evlilik öncesi bazı deneyimleri yaşayan bireyler evlendikten sonra en ciddi sorunları, -araştırmalara göre- yine cinsel hayatlarında yaşamaktadırlar. Ama bu bir uyumsuzluk değil aksine karşılıklı, geçmişlerine yönelik ciddi suçlamaları ihtiva eden bir haldir.
Namus, edep, ahlak gibi kavramlar asıl sevdiğimiz insanlar ile olan her türlü iletişim ve ilişkilerimizi düzenleyen normlardır. Aksi halde zaten iletişim halinde olmadığımız yabancılara yönelik bizi koruma işlevi onların asli işlevi değildir. Eşine karşı mahremiyet oluşturamayan, sevdikleriyle edepli olamayan zaten değerleri ihlal etmiştir.
Bu bakımdan sevgilisiyle, nişanlısıyla veya “sosyal arkadaşıyla” özel anlarını bir de paylaşıma açanlar ne muhafazakârlıklarının ne eşarplarının ne de namuslarının arkasından cevap vermesinler. Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde “sarılmalı” fotoğraflarını yayınlayan sevgililere ve nişanlılara yani henüz nikâhı olmayanlara sesleniyorum: sevginizi kime ispat edercesine bu fotoğrafları yayınlıyorsunuz? Yoksa derdiniz hava atmak mı, ya da ben de büyüdüm de sevgili buldum da taktım koluma anlayışıyla kişilik bunalımında mısınız? Ha,  bir de, henüz sevginizden ve yanınızdaki partnerinizden emin değilsiniz de bizim sizin fotoğraflarınıza ve ilişkinize bakarak “maşallah yakışmışsınız birbirinize” dememizi mi bekliyorsunuz? Böyle mi seveceksiniz sevdiğinizi? Böyle mi güven oluşturacaksınız ona karşı? Böyle mi anlayacaksınız sevip-sevemediğinizi?...
Yazı içinde bazı yerleri çok daha açık halde ifade edip yazıyı eğlenceli hale getiremediğimin farkındayım. Ama bu yazıyı yazmamda ki neden eğlenceli bir iki şey yazmaktan ziyade içime dert edindiklerimi paylaşmaktır. Yoksa “kimin eli kimin şeyinde” bize ne…

Hiç yorum yok: