Modernite
tartışmaları, erken on yedinci yüzyıl, başlarında düşünürler ve ekonomistler
tarafından yapılmaya başlandı. Kimilerine göre modernite, aklını bulan insanın,
aklı sayesinde, artık, ideal bir insanın olması gerektiği gibi hayata ayak
uydurması diye tanımlanırken bunların karşısındakiler de modernliği, insanı
sömürüye açık hale getiren kapitalist sistemin kendisine meşru bir zemin bulmak
için ortaya attığı bir söylem olarak ifade etmişlerdir.
Tüm bu düşüncelere karşın Weber’in
açıklaması daha ilginçtir. Weber, modernliğin aslında kendini her şekilde
gizleyen bir özelliğinin olduğunu belirtirken, bütün tartışmaların en genel
anlamda modernitenin amaçlarına hizmet eder nitelikte olduğunu belirtmektedir.
Tartışmanın
ideolojik ve ekonomik boyutlarına inmeden, günümüz dünyası içinde modernliğin
almış olduğu yeni hali üzerinde duracak olursak karşımıza şöyle bir manzara
çıkmaktadır: Mark Luhan’ın “evrensel köy” diye tanımladığı günümüz dünyası,
artık ulusal sınırların daha da silikleştiği, ticari, ekonomik, kültürel
ilişkilerin ve etkileşimin daha da canlandığı bir döneme, küreselleşmeye,
yönelmektedir.
İletişimin
anındalık göstermesi ve mesafelerin ortadan kalkması uluslar arası alanda yeni
ticaret ağları/yolları kurulmasına olanak sağladı. Böylece ticari ilişkiler ile
birlikte üretilen her türlü ürün ve hizmet ile birlikte o ürün ve/ veya
hizmetin sosyolojik ve kültürel simgesel kodlarını taşıyan –arka plan üretiler-
de ticaret ile birlikte, güç sahibi devletlerden üçüncü dünya devletlerine
doğru aktı. Özellikle sosyolojik ve kültürel içerikli mesajların vurgulamaya
çalıştığı asıl nokta, mesajların ulaştıkları toplumlara, kapitalist devletlerin
yaşam tarzını da taşımalarıydı. Böylece kültürel ve sosyolojik içerikli
değişimlerin, hedef devletler üzerinde gerçekleştirilmesi, kapitalist
ülkelerin yaşam tarzının (bireyselcilik
ve tüketim) buralara aktarılması,
ekonomik anlamda yeni pazarların elde edilmesi/oluşturulması anlamına
gelmekteydi.
Sistemin
kendisini bu şekilde meşrulaştırması için, kendini kurtarıcı olarak göstermesi
gerekmekteydi. Bu özellikle Batılı söylemler tarafından, 1970’li yıllardan beri
Batı’nın diğer kültürlere müdahalesi veya diğer devletlere karşı (sermaye/ham
madde sahibi devletlere yönelik kurtarıcı kimliğiyle askeri kuvvet müdahalesi)
yaptırımlara gitmesine neden oldu. Batı, Orta Çağ sonlarından başlayarak
neredeyse bütün dünyaya sömürgeci kimliğiyle yaklaşmıştır. Batı günümüz ticari
ilişkilerini, değişik maskeler altında (kurtarıcı yüzüyle) yaparak bütün bu eylemlerini yasal ve evrensel
temeller (insan hakları) üzerine kuruyor gözükmektedir. Kendini aklayarak geçmişin kötü anılarını
zihinlerden silmesi Batı’nın yeni zihinlere “en iyi dost” imajını vermesiyle
devam etmektedir.
Kapitalizmin
büyük başarılar elde etmesi ve ulus-devletlerin meşru yapısını bozacak kadar
ileriye gitmesi gözlerden kaçmadı ve kısa sürede de eleştirileri kapitalizmin üzerine
çekti. Bu eleştirilen çıkış noktasında ise kapitalizmin gerek ulusal açıdan
olsun gerekse bireysel anlamda, manipüle etme özelliği sayesinde devletleri ve
insanları etkisi altına alarak onları kapitalizmin köleleri haline sokması ve
bunun yanında da ulus devletlerin meşruiyetini azaltarak ortadan kalkmalarına
zemin hazırlamasıydı. Bu eleştirileri cevap vermede ise, bilimi ve bilgiyi
elinde bulunduran ve istediği gibi şekillendirip, istediği zaman kullanıma
sokan Batı, evrensel kavramları toplumların gündemlerine yerleştirip, bir
bakıma da yerel kimlikleri kendi tarafına çekmeye başarmıştır.
Modernlik
söylemi, sistemin meşruluğunu sağlamlaştırıcı bir sonra ki ifade biçimiydi.
Bütün bir düşün tarihinde kendisini merkeze koyarak, diğerlerini “öteki”
tanımıyla merkezin dışında tutan Batı, ideal ve evrensel olanı sürekli olarak
kendi özünde barındırdı ve bunun böyle olduğu imajını bütün dünyaya yaydı.
Medeniyeti de temel bağlamda, evrensel olan ile bir tutan ve böylece de
medeniyetin de kendisinde var olduğunu söyleyen Batı, bütün bu söylemlerini
sağlam zeminlere dayandırmak için yine kendi içinde ürettiği bilgi birikimine
başvurarak meşruluğunu inşa etmeye devam etti.
Bu
meşruiyet sağlayıcı kavramları şöyle sıralayabiliriz.
(a)
Pozitivist Bilimsel anlayışlı Bilimsel Devrim,
(b)
Demokrasi Merkezli Siyasal Devrim,
(c)
Laiklik temelli Kültürel Devrim ve
(d)
Sanayileşme sürecinde Endüstriyel Devrimler
Böylece toplum hayatının her noktasına
aşılanan yeni hayat şekilleri günümüz kitle iletişim teknikleri ile birlikte de
hızla üçüncü dünya devletlerine ve yukarıda ki devrimleri henüz tam olarak
yaşamamış (Türkiye gibi) devletlere gönderildi. Dört bir yandan kuşatılan
ulus-devletler ve milletler kendilerini bir çıkmazın içinde buldular ve
neredeyse kendilerini mutlaka bu devrimlerden geçirmek zorunda hissettiler.
Çünkü nede olsa medenileşme her toplumun, her bireyin arzuladığı ve ulaşmak
istediği bir ideal ideolojiydi. Mademki Batı bu yolda kendilerinden birkaç adım
önde idi, onlar da Batı’yı takip ederek, Batı’dan bilgi ve teknoloji ithal
ederek aradaki bu açıklığı kapatma eğilimine girdiler. Tabi bunun yanında kültür
ithal etmeyi de ihmal etmediler.
Modern
Terimi
“Modern terimi” Huns Robert’e göre
Latince “Modernus” biçimiyle ilk defa 5. yüzyılda resmen Hırıstiyan olan o dönemi,
Romalı ve Pagan geçmişinden ayırmak için kullanıldı. İçerikleri sürekli değişse
de “modern” terimi hep, kendini eskiden yeniye geçişin bir sonucu olarak görmek
için, antik çağla arasında bir ilişki kuran dönemlerin bilincini de ifade
etmiştir.
Bazı yazarlar ve düşünürler modernliği,
Rönesans’la sınırlasalar bile bu aslında tam bir doğru sınırlama olmamaktadır.
Çünkü modernlik terimi Avrupa’da hep yeni bir dönemi ve yenileşmeye vurgu
yaptığından, her ne kadar 17. yy. Avrupa’sı modernliği kendi içinde yaşıyor idi
ise de daha erken 12. yy. da Büyük Charles döneminin de kendine özgü yenileşme
hareketleri vardı. Onlar da kendilerini bir önceki toplumlardan ve dönemlerden
ayırmak için “modern” terimini kendileri için kullanmaktaydı.
18.yy. da aydınlanmacılar tarafından
yeniden formüle edilen modernlik, artık içerisinde daha geniş alanları
barındırmaktaydı. Öyle ki modernlik neredeyse gündelik hayatın tüm evrelerine
uygulanabilir bir hale gelmekteydi. Bu yeni formulasyonun içeriğinde; nesnel
bilimi, evrensel ahlakı, yaşayışı ve kendi iç mantığı çerçevesinde sanatın
özelliklerini geliştirme çabaları yer almaktaydı. Fakat bu formulasyonun en
önemli özelliği bütün bu çalışmaların sadece esoterik (belli bir guruba ait
olma) olmasıydı. Aydınlanma düşünürleri, sanat ve bilimin sadece doğal güçler
üzerindeki denetimi artırmakla kalmayıp, dünyanın ve benliğin anlaşılmasını,
kurumların haklılığını ve insanlığın mutluluğunu da sağlayabileceği yönündeki
beklentiler içindeydiler. Fakat yirminci yüzyılla birlikte bilim, ahlak, sanat
farklılaşması, iletişimin de hermeneutikten (yorumsama) ayrışması iyimser
düşünceleri dağıtmaya başladı.
Modernizimin
Temelleri
Michelet’e göre modernizm rönesans ile
birlikte başlayan “dinden bağımsızlaşan” bir süreç olarak ortaya çıkar. Bu bağımsızlaşma
özellikle Antik Yunan çağından başlayan ve insanın kendini, evreni, dinden,
mitolojiden bağımsız biçimde algılaması ve olgulara eleştirel, şüpheci bir
yaklaşımla yaklaşılmasını gerektiriyordu. Bu sürecin hızlanmasına atkı koyan en
etkili olgulardan birisi de bilginin topluma yayılmasına aracı eden kişilerin,
kilisenin otoritesini sarsıcı davranışları geliyordu. 1517 yılında Wittenburg
kilisesinin kapısına Martin Luther tarafından asılan ünlü 95 teziyle, kiliseye
ve din adamlarına gerek olmadığı, insanların incili kendilerinin
anlayabileceğini izah ediliyordu. Bu çıkışın ardından modernizmin başlangıcıyla
birlikte Avrupa’da yeni bir dinsel akım başladı. Bu akım, insanın Tanrı’dan
gelen vahiyle değil, insanın içinde yer alan ve akıl ile ulaşılan bir dini
içermesiydi. Bu olgu da doğal din akımı olarak nitelenmekteydi.
Modernizmin temellerinden birisi de
yine bu dönemde –16 yy.- ortaya çıkan “Hümanizm” akımıdır. Hümanizm bir bakıma
insanın aklı ile birlikte yeni hayat anlayışına erişmesinin simgesidir: İnsan toplumsal olanın bir parçası olmaktan
“birey” olma olgusuna geçen laik bir yapıyı temsil etmekteydi.
Bunların yanında bir de “evrenin
birliği” ilkesi gelmektedir. Bu da Kopernikle birlikte Aristo mantığında yer alan,
yer merkezli evren anlayışının güneş merkezli bir evren anlayışına geçilmesini
içermektedir. Decartes’in de vurguladığı gibi evren iki ayrı olgudan oluşmakta
idi. Birincisi; evreni dine ve kiliseye bırakan metafizik, ikincisi de sadece
aklın egemenliğinde yer alan fizik idi.
Rönesans’ın
Etkisi
Rönesans dönemi, evren, insan, din,
bilim ve sanat alanlarında bir bakıma modernizmin temellerini oluşturacak
nitelikte yeniliklerin gelişmesine olanak sağladı. Aydınlanma ile birlikte de fikri
alt yapısı oluşturulan modenizm kendini daha geniş bir düzleme yaymayı başardı.
Bu dönemde felsefik, sosyolojik ve kültürel yayılımlar sağlamlaştı ve böylece
de “rasyonel” düşünce ile birlikte “insan aklının ilerlemesi” insanı ön plana
çıkarırken, yeni bir yaşam tarzını da beraberinde getirdi. Tanrı
merkeziyetçilikten, insan merkeziyetine yönelik çalışmalar ile orta çağdan
alınan tüm temel kavramlar seküler hale getirilerek, uslamlama ile modernliğin
köşe taşları da yerine konulmuştur. Her şeyi tekilciliğe indirgeyen ussallık,
daha da ileriye giderek, tek dil, tek din, tek bilim, tek bayrak, tek millet
söylemiyle bütün farklılıklara karşı savaş açmıştır. Dönemin genel ortamı şöyle
tanımlanabilir: Aydınlanma arka planda yer alırken, pozitivizm öne çıkarak her
şeyi akli dengelere indirmekteydi.
Son olarak da söylemini, evrensel
boyuta taşımak adına, özgürlük,
eşitlik, insan hakları, demokrasi gibi kavramlar aydınlanmanın, dolayısıyla
de modernizmin temel söylemini oluşturmaktaydı. Böylece insan mutluluğuna giden
yolun formulasyonu da ortaya konuyordu.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi
modernizmin altında siyasal, kültürel, ekonomik ve bilimsel devrimlerin yer
alması ile birlikte aşağıdaki kaynaklar da ortaya çıkmaktadır:
(a)
Aydınlanma geleneği,
(b)
Rasyonalizm,
(c)
Bilimselcilik (ilerleme)
(d)
Ulus-Devlet,
(e)
Sekülerizm
Ayrıca, yine modernizimle birlikte
ortaya çıkan değişimleri maddeler altında sıralayacak olursak aşağıdaki dört
noktaya dikkat çekmemiz gerekir. Bunlar:
(a)
Kapitalist ekonominin evrensel boyutta gelişmesi ve sanayi devrimi
sonrası döneme özgü sınıflara dayalı toplumsal yapılanma,
(b)
Rasyonel çalışan merkezi bürokrasinin giderek daha fazla etkin gelişmiş
devlet aygıtlarının yapılanması, yaygınlaşması,
(c)
Devrimsel nitelikteki alan olan bilimsel-teknik gelişmenin sonuçlarının
ve etkilerinin dünya çapında yaygınlaşarak artması, genişlemesi,
(d)
İnsanların günlük yaşamlarının her geçen gün biraz daha rasyonelleşmesidir.
Ayrıca bunlara bir de ek olarak
iletişim teknolojisinin hızlı gelişimiyle birlikte ortaya çıkan kitle iletişim
araçları ve bunlara egemen olan güçler ile elitlerin, bu araçları kendi
amaçları doğrultusunda kullanmaları ile yeni bir çağda “kültür endüstrisi” diye
tabir edilen popüler kültür üretimlerini de ekleyebiliriz.
Modernizmi oluşturan toplumsal
fenomenleri öncelikle endüstriyel ve demokratik değişimler olarak
belirtebiliriz. Geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı
Durağan bir yapıdan sanayileşmiş, şehirleşmiş, okuryazarlık oranının arttığı,
kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştiği, dinamik bir yapıya geçiş,
modernleşme olgusunun ortak özellikleri olarak belirtilebilir. Hâkim özellik
ise tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan sanayie dayalı toplumsal bir yapıya
geçiş olarak söylenebilir.
Modernleşme; sanayileşme ve teknolojinin yayılması, toplumsal yaşamda bilginin rolünün artması, ticaretin yayılması yoluyla geniş alanda ekonomik bütünleşmenin oluşması, kırdan kente geçiş ile zihinsel, kültürel ve yapısal değişikliği ifade etmek için kullanılmaktadır. İlk modernleşen ülkelerde değişim tedrici ve iç dinamiklerle olurken bu sürece geç giren ülkelerde dış dinamikler ile elitler değişimde önemli bir role sahiptir.
Bazen modernleşme, sanayileşme olmadan
ve gerekli alt yapı koşulları gerçekleşmeden kültürel özellikleri ve sonuçları
itibariyle elde edilmeye çalışılmaktadır. Tıp ki bizde 1940’lı yıllarda
yapılmak istendiği gibi. Bu değişme sürecinde de; geleneksel kültür, yapı ve
kurumların çözüleceği, modern kültür ile yapı ve kurumların onların yerini alacağı
beklenmektedir.
Gelenekten moderne geçişte her zaman
uzlaşımcı bir hareket beklenemez. Bazen de bu geçişler oldukça köklü
değişimlerin getireceği kargaşalarla birlikte gelişir. Bunun en önemli nedeni,
geleneğin muhafaza edilmek istenmesinin ötesinde, modernlik ile gelenin yerel kimliklerin
ortadan kaldırılmak istemesi, dış baskıların dayatılması, meşruluk tanımlarının değişmesi, ulus-devlet
yapısının zedelenmesi ve siyasal-kültürel alanlarda yozlaşmaların yaşanmasında
barınmaktadır.
Artık bu noktadan sonra ortaya konulan
bütün değişimlerin yasal düzlemler üzerinde sağlamlaştırılması da hukuki alanda
bazı değişiklikleri içermektedir. Bu hukuksal düzenlemeler ile birlikte
modernite evrimini tamamlamış bulunmaktadır. Ama bu modernizmin bittiği veya
oluşumunu tamamladığı anlamına gelmemeli, zira yeniliği ve değişimi temel çıkış
noktası üzerine koyan Batı aydınlanmacı düşünü modernliğin tıkandığı yerde yada
modernliğin kendi amaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı noktada yeni bir
kavram ile karşımıza çıkmakta ve bu sefer de moderniteden beslenerek kendine
yeni bir meşru zemin hazırlamakta/oluşturmaktadır. Bu yeni kavram, her ne kadar
üzerinde farzla durmayacak olsak da yine de modernizmin tarihsel gelişiminin
yanında günümüzü daha iyi anlayabilmede değineceğimiz “post-modernizm” dir.
Artık modernizimden küresel bağlamda
yeni bir yapılanmaya geçiş dönemi gelmiş bulunmakta ve bu yeni dönemin de
kendine has yapılanmaları mevcudiyetini oluşturmaktadır. Bu süreç içinde de
kısaca, yerellik, çok kültürlülük, etniklik, kitle iletişimi, nükleer
silahlanma, küresel ısınma gibi kavramlar gelirken aynı zamanda da ulus-devletlerin
zayıflarken yerel nitelikteki aşiretçiliğin hızla önem kazanması gibi bazı
çelişik kavramlar da post-modernizm kavramı içinde yer almaktadır.
Modernliğin
Eleştirisi
Modernliğin kendi içindeki yapısalcı
anlatısına karşın bu söyleme farklı/aykırı bir bakış açısıyla yaklaşan
Frankfurt Okulu mensupları, akılcılığın modern dünyada baskı aracı olarak
kullanıldığını vurgulamaktadırlar. Ekonomik sorunun yerine düşünsel düzlemden
getirilen yeni bir hegemonik etkileme sisteminin, artık, günümüz insanını
kontrol etmeye başladığını, böylece de akıl iradesini başkalarının denetimine
bırakan insanın bu yönden sömürülmeye açık hale geldiği söylenmektedirler.
Özgül aklın bireyi özgürleştireceği
söylemine karşın, akıl ışığı altında yapılan veya yapılması istenen her şey
modern hayatın sınırlarını belirlemekte, insanı içinde bulunduğu sosyal ortamın
dışına çıkarmayıp kendisi ile olan mesafesinin iyice açılmasına engel
olamamaktadır. Bir kere modernliğin sosyal sistemi içine düştünüz mü, artık
oradan çıkışınız yoktur. Bu kural aslında sistemin kendini çok iyi bir şekilde
meşrulaştırdığını bizlere hatırlatmaktadır.
Modern insan günlük yaşantısını modern
sistemin koşulları içinde gerçekleştirmek zorundadır. Horkheimer’in de belirttiği gibi “azınlık güçler
tarafından planlanmış bir pazarın içinde, çoğunluğun, planlar doğrultusunda
kendilerini var etmeleri” demektir. Önceki toplumlarla kıyaslandığında, günümüz
toplumunda yer alan bir işçi önceki toplumun bir soylusuna nazaran daha çok
seçme (üretim ürünlerini) ve kullanma hakkına sahiptir. Bu bir bakıma günümüz
işçisinin eski bir soyludan daha özgür olduğuna vurgu yapmaktadır. Bu söylemin
doğruluğunun karşısında, her ne kadar, seçme özgürlüğümüz artmışsa da insan
olarak, ürettiklerimizin efendiliğinden köleliğine geçmiş bulunmaktayız. Gündelik
yaşamda bile farkına varmadan popüler ürünlerin/üretilerin sahibi olabilmek
adına, özgür zamanımızı onları elde edebilecek yoğun bir çalışma planı içinde
geçirmekteyiz. Sonuçta elde ettiğimiz
amacımızı, üretinin sahipleri bizleri efendilikten köleliğe indirmek adına
piyasaya veya özgür alanımıza yeni bir ürünü sürerek elimizden alıyor. Sırayı
tekrar bu yeni ürünü elde etmek için giriştiğimiz maddi ve manevi çabalar
almaktadır. Kısaca bu akışa kültür endüstrisi adıyla tanım koyabiliriz.
Teknolojik güç ile hızlı üretim, hızlı
pazarlama ve hızlı iletişim olanakları, tekelci sınıfların ellerine
geçmektedir. Her ne kadar teknoloji insanın konforunu geliştirme adına
üretilerini ortaya koysa da bu sadece küçük bir elit (egemen) sınıfın
egemenliğinde yer almakta, bu sınıfların dışında kalan ve her toplumun tabanını oluşturan insanlar için
sadece ona sahip olabilmek adına; ortaya konan tüm sistematik kurallara boyun
eğen insan formatını oluşturmakta, insanı
makinenin kölesi haline getirmektedir.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız
modernliğin eleştirel bir bakışını kuramsal çerçeveye dökecek olursak “araçsal
akıl” kavramını kullanmamız yerinde
olur. Burada ayrıntısına girmeden Weber’in söylemlerinden gelen bu kavramı
aydınlanma sürecinin, dolayısıyla modernliğin bir getirisi olarak görmek
gerekmektedir. Bu tezi yok etmek için de Habermars’ın ortaya koyduğu
“iletişimsel eylem” teorisi karşıt sav niteliğindedir. İletişimsel eylemi de
kısaca üç başlıkta toplayabiliriz.
(a) Kültürel bilginin aktarılması,
yenilenmesi
(b) Sosyal tabakalaşma ve gurup
dayanışması
(c) Bireysel özdeşleşme,
Toplumun yapısını (kuramsal
çerçevesini) iletişimsel eylemlerle tanımlamamız mümkündür. “Etkileşim ile
özdeşleşmiş bireylerin varlığıyla oluşan toplum”, diye kısaca inşa sürecinde
böyle tanımlanabilir. Sonraki dönemlerde ise kurumlaşan ekonomik ilişkiler ile
devlet yapısı akılcı eylemlerin odak ilkeleri etrafında oluşmaktadır. Bu
siyasal ve ekonomik yapının karşısında da ailesel gibi akrabalık ilişkiler ile
odaklanan daha yerel kurumlar da oluşmuştur. Her bir üst kurumun kendi alt
kurumunu oluşturacağına göre tüm eylemler, ya bu alt yapılara ve /veya
kurumlara üstün bir nitelik taşıyacaktır ya da bu kurumlar veya alt yapılar tarafından
kontrol edilecektir.
Şayet alt yapılar (ekonomik kurumlar,
devlet örgütleri vs.) bir kontrol söz konusu ise o zaman aydınlanma söyleminin
rasyonelitesi işleviz kalacaktır. Çünkü kurumlar tarafından belirlenen tüm
yaptırımlar ve eylemler her ne kadar evrensel söylemleri içerse de yine de
normatif, baskıcı, zorlayıcı, manipüle edici nitelikte olacaktır. O zaman
burada rasyonelliği aramak mümkün olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder