Yukarıdaki paragrafa başka bir ek yapmasam da bütün bir anlam kendini ortaya koymaya yeterlidir. Günümüzün değerleriyle aynı paralelde giden modern tahakkümü açıklamak ve günümüz gençliğinin bu zindanlar içinde kendini nasıl özgür hissedeceğini betimlemek için aşağıdaki laf kalabalıklarına ihtiyacım oldu. Bunun içindir ki her bir kelime kendinden sonra gelen kelimelere taze bir özgürlük kanını aşılamayı amaç edinmiştir ve gençliğimizin bu tazeden beslenmesi için kendini hangi hemşirenin yumuşak ellerine bırakarak şırıngadaki taze kanı damarlarına çekmesi gerektiği açıklanmıştır.
Modern zamanın insanı; iş bölümünün en yaygın uygulandığı zamanımızda kendi alanında uzman ve bir o kadar da alanının kutsallığına inanmış dahası sahip olduğu yeteneklerin, eğitimin ve de makamsal soyutlamaların kendisine sağladığı somut görüntülerden inşa ettiği bir kişilik. Böyle bir insan için hayata dair ne varsa Pazar sepetinin içinde saklıdır. Her pazara gittiğinde de sepetine ihtiyacına uygun malları koymanın yerine ihtiyacına uygun sepetleri ürettirip (ya da hazır üretilmiş olanları alıp)bu maksatlı sepeti amacına uygun olarak kullanmaktadır. Bu noktada da dikkat çekmek istediğim konu; insanoğlunun diğer insanları araçsallaştırmasıdır ki bunu da sepetin ihtiyaca göre yaptırılmasıyla tasvir ettim. Yani, bireyin başkalarının ihtiyaçları için yetiştirilmesi, bir torna tezgâhından belli bir şekle –önceden ince hesaplarla tasarlanmış şekle- sokulmasıdır/eğitilmesidir.
Özgürlüğün başat olduğu ve aklın egemenliğinin, doğanın yapısına uygunluğu ile örtüştürüldüğü süreçte, bireye tercihlerini ve ihtiyaçlarını oluşturan faktörler yine akıl vasıtasıyla –başkalarının aklıyla- belirlenmektedir. Bunun sonucunda da modern insan dediğimiz birey devasa binalarda, karmaşık otoyollarda, kalabalık sokaklarda, parklarda, bahçelerde ve banka kuyrukları içersinde bireysel yalnızlığıyla –kaderiyle- baş başa kalmaktadır.
Yalnızlaşan kalabalıklar ise kendilerine en iyi çıkış yolunu uzmanlaşmada buluyor. Tabii ki uzmanlaşma ise beraberinde bir dizi eğitim ve pratiksel çalışmaları getiriyor. Uzmanlaşan birey ise kendini yukarıda da belirttiğim gibi ilahi bir güce sahip zannedip, kendini bilimsel alanı içersinde ulaşılamaz ve hayran kalınan bir erk sahibi olarak algılıyor. Gücü ve özgürlüğü eline alan modern adam şimdi ise kalabalıklar içersinde ki yalnızlığını kaderine değil uzmanlığının semeresine bağlayıp bu yalnızlıktan kaçmak için kendini insanlık için örülmüş olan biçimli sepetin içine atıyor. Bazen tüketim çılgınlığıyla bu sepetin içinde bir ürün haline gelirken, bazen istediğini yapabilmenin eşsiz lezzetini tatmakta bazen de yazılı bir şekilde düzenlenmiş kamu hukuklarından sıyrılmakta arıyor varlığını, benliğini ve kaderini.
Modern insanımız şimdi modernliğin kendisine sunmuş olduğu ambalajlı dünyanın görkemine kapılmış ve sahip olduğu uzmanlığını kendisine modern dünyanın kapılarının anahtarını veren efendilerine (iş sahipleri) sunmaya hazır haldedir. Çünkü efendilerin kendisine bağışlamış olduğu bu özgürlük diyarı, ona sınırsız bir gücü vermekle kalmayıp, aynı zamanda modern efendinin bireyimize sunmuş olduğu her şeyi –fazlasıyla- geri almaktadır. Bu döngüsel süreçte ise modern bireyimiz yalnızlığına, piyasaya ve dahası elinde olmayan kaderine (yaşamını ele geçiren güçlere) köle olmaktadır.
Peki, modernliğin böylesine sinsice ele geçirdiği insanımız bu esaretten nasıl ve ne zaman kurtulabilir? Acaba bu sorunun cevabı var mıdır ve varsa bizler bu cevaba ne kadar yakınız? Her şey kendini bil sözünde de belirtildiği gibi, gençliğimiz öncelikli olarak modernliğin karşısına keskin bir iradeyle kendi değer ve tarihi derinliğinden ayrışmadan karşı durmasını bilmek durumundadır. Bir duruş sergilememiz gerekmektedir. Aksi halde geleneğimizden ko-pa-rıl-mış yeni nesiller olarak geleceğe –karanlığa- adım atmış oluruz. İstikbalin köklerde aranması temel görüş haline gelmelidir.
Tartışmanın bir modernlik-gelenek savaşına dönüşmesine izin vermek istemiyorum. Bizler bu ülkenin gelecek kuşakları olarak elbette modernliğe karşı duran bir tavız içersinde değiliz. Bizim gençliğimizin farkına varması gereken nokta şudur ki, içi boşaltılmaya başlanmış bir beden dünyasında yaşıyoruz. Ruhumuzu tekrar geri kazanmak durumundayız. Aksi halde maddenin köleleri –madde bağımlıları- olmamız kaçınılmazdır. Maddeye köleleşmiş, geleneklerini son elli yıldır maddi unsurlara adamış, sevgi –saygı belirtilerini maddi hediyelerle, mallarla ortaya koymuş bir küresel toplum olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyoruz. Bunun önüne geçmek için bedenimize ruh elbisesini giydirmemiz gerekiyor.
Bunu başarabilecek bir gençliğe sahip olduğumuz için de kendimizi şanslı görmemiz gerekiyor ve bu şansımızı en üst düzey bilgilerle donatıp geleceğe sağlam adımlarla yürümemiz gerekmektedir. Ne yaptığını bilen, kendini tanıyan, mazisini hatırlayan, ecdadına saygı duyan, ustalarının önünde saygıyla eğilen, ana-babalarına hürmet eden, öz kültürünün değerini kavrayan, delikanlılığı bilen, geçmişi ile geleceği arasındaki köprüyü sağlıklı inşa edebilen ve –en önemlisi- saygı ve sevgiyi maddi şeylerde aramayan bir gençliği ülkemize ve insanımıza hediye etmemiz gerekmektedir.
Katı olan her şeyin buharlaşıp hiçliğe karıştığı dünyamızda en katı kalpler bile bir gün açmakta kapılarını sevgiye, en sert madde olan elmasların ve çeliklerin de belli bir dereceden sonra eridiğini unutmamamız gerekir. Öyleyse katı maddeye yeni bir şekil vermek için gençliğimizin tüm enerjisini öz kültürümüz ve değerlerimiz üzerine kuralım. Gelene layık olmak için geçmişe küsmeyelim.
1 yorum:
Yirmisinde ölüp de sekseninde gömülenlerden olmayalım yani. Böyle ifade etmişti sevdiğim bir arkadaşım. Kendi ruhumuzu kurtarma operasyonuna girişmemiz gerekiyor. Bunun yolu yöntemi belli. Bize uygulamak kalıyor. Vira Bismillah!!
Gönül Çelik
Yorum Gönder