27 Eylül 2010

Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyetçilik Cemiyeti (1902)

Adem-i Merkeziyetçilik esasında Osmanlı Devletinde ciddi biçimde ortaya atılan “yerinden yönetim” anlayışının siyasi ifadesidir. Prens Sabahattin’in savunduğu bu prensip “Artık Osmanlı devleti sınırları içindeki fertlere tam olarak hizmet götürememektedir. Bu bakımdan toplumun her şeyi devletten bekleme anlayışı değişmelidir. Devletinde toplumun her yerine eşit miktarda ulaşamaması söz konusudur. Bu bakımdan yeni bir yönetim anlayışı oluşturulmalıdır.  Bunun gerçekleşmesi için de ferdiyetçi bir yapının oluşturulması ihtiyaçtır” anlayışına dayanmaktadır.
Yerinden yönetim anlayışının temel ilkesinde, seçimlerle göreve gelen belediye meclis üyelerinin mahalli idarelerde söz sahibi olması yer almaktadır. Ayrıca azınlıkların vilayetlerdeki meclislerde temsil edilmesi bu anlayışın bir uzantısıdır. Bu düşünce ile Osmanlı toplumunda hiçbir yapının diğerine karşı imtiyazının olmaması amaçlanmaktadır.

Adem-i merkeziyetçilik anlayışında valiler, defterdarlar ve mahkeme reisleri merkezi idare tarafından atanmaktadır. Jandarma teşkilatlarında dahi azınlıkların temsili için nüfusları oranında hak tanınmaktadır.
Prens Sabahattin devletin yapmış olduğu reformları yeterli bulmamaktadır. Onun için esas olan reformların doğrudan etkisi altında olan halkın bu süreçte etkin olmasıdır. Reformların gerçekçi olması için Sabahattin’e göre “reformlar ferdin hayatını geliştirmeli ve özel teşebbüsün önünü açmalıdır”. Bu bakımdan ilk önce yerel yönetimlerin yeniden teşekkülü amaçlanırken eğitim ve öğretimde yeni metotların geliştirilmesi de amaçlanmaktadır.
Elbette Osmanlı’da merkeziyetçilik veya adem-i merkeziyetçilik sadece Prens Sabahattin tarafından tartışılmıyordu. Bu tartışmaların neticesinde 1864 yılında “vilayet nizamnamesi” ile merkeziyetçilik ile adem-i merkeziyetçilik bir dengede tutulmak istenmiştir. Esasında Fransız “department” sisteminin etkilerinin görüldüğü bu sistem, 1871 yılında merkeziyetçiliğin ağır basacağı başka bir nizamname ile yeniden düzenlenmiştir. Böylece artık vilayetler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da köylere (karye) ayrılmaktaydı.
Adem-i merkeziyetçilik anlayışı esasında Osmanlı devleti sınırları içinde doğmuş bir düşünce değildi. Avrupalı devletlerin Osmanlıyı daha zayıf düşürmek için devletin içine soktukları yeni bir fikir idi. Bu bakımdan adem-i merkeziyetçiliğin uygulanmaya çalışıldığı yelerde Devlet otoritesi iyice zayıflamıştır.  Bu durumu fark eden 2. Abdülhamit vilayetlerdeki birçok yetkiyi yeniden merkeze çekmiştir. Abdülhamit Han’ın uygulaması adem-i merkeziyetçileri ciddi oranda rahatsız etmiştir ve sonucunda da çoğu yurt dışına kaçarak düşüncelerini buradan çıkardıkları yayın organları ile yaymaya devam etmiştir.
Prens Sabahattin adem-i merkeziyetçiliğin en etkili isimleri arasında olmuştur. Sabahattin Fransız yazar Edmond Domolins’ten oldukça etkilenmiştir. Domolis’in yerinden yönetime dair düşüncelerinin yanında Le Play’in birey ve bireyselcilik hakkındaki düşüncelerinin de etkisi altında kalmıştır. Bu etkileşim kendisini Jön Türkler ile yakın temasa geçmesine sebebiyet vermiştir. 1902 yılında Avrupa’daki Jön Türkler Kongresinde iki farklı kutubun oluşması neticesinde Jön Türklerin bir kısmı Prens Sabahattin’in etrafında toplanmıştır. Böylece Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyetçilik Cemiyeti kurulmuş oldu.
Bu cemiyetin savunduğu temel fikirleri arasında Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devletinin de olması yer alır. Bunun için Batılı devletlerden oldukça yüklü miktarlarda teşvikler alırlar. Ayrıca Arnavutluğun da bağımsızlığını savunarak ileride meydana gelecek olan Osmanlı’dan kopmalarda tetikleyici unsurlardan biri olurlar.
1908 yılında ikinci meşrutiyetin ilanı ile tekrar yurda gelen Prens Sabahattin adem-i merkeziyetçi fikirlerini bu defa yurt içinden çıkmakta olan gazete ve dergilerde ifade etmeye devam eder. Bu görüşleri epey dikkat çeker ve yönetimi daha çok gençlerden oluşan “Nesl-i Cedid” kulübünü Nafi Atuf Kansu başkanlığında kurarlar.
Nesl-i Cedit kulübünü kuran gençler 1908 yılında kurulan Ahrar Fırkası ile birleşip siyaset yapmak istemeyenlerdi. Bu yüzden adem-i merkeziyetçi düşünceyi siyaset alanı dışında devam ettirme niyetinde oldular. Onların bu fikrini destekleyen Prens Sabahattin kendilerine bir yer tahsis edip ilmi çalışmalar yapabilmeleri için bir de kütüphane oluşturmuştur.
Prens Sabahattin ömrü boyunca her ne kadar İstanbul’un siyasi yapısını değiştirmek için kitaplar yazdıysa da toplamda 3 defa İstanbul’a gelmiştir. 2. Meşrutiyetten sonra liberal görüşleri savunmaya başladı ve “”Ahrar Fırkası”nı destekledi. Ahrar fırkasında oldukça etkili olan Sabahattin partinin yönetimi içinde olmamasına karşın partiyi yönetmeyi başarmıştır.
1924 yılında çıkartılan Osmanlı Hanedanlarını yurt dışına çıkarma yasası gereğince kendisi de hanedana karşı olmasına rağmen yasa gereğince yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştır. İsviçre’ye yerleşen Sabahattin 1948 yılında Neuchatel’da vefat etmiştir. 1952 yılında cenazesi İstanbul’a getirilerek Eyüp semtinde, babası Mahmut Celaleddin Paşa’nın yanına defnedilmiştir.

Hiç yorum yok: